21 Mart 2018 Çarşamba

Aşık Veysel 21 Mart 1973 (Gelmez Yola Gidiyorum)

Merhabalar.

21 Mart tarihi (Nevruz yani baharın gelişi) birçok kişinin aklında baharın müjdecisi olarak bilinir. Diğer bir ifadeyle Nevruz olarak söylenir. Ancak bugün sizlere bir başka yönden başka bir kişinin hayatını anlatmaya çalışacağım.

……………………………………………………………………………………………………



Veysel Şatıroğlu (Aşık Veysel) 1894 yılında Sivas’ın Şarkışla ilçesinin Sivrialan köyünde annesi Gülizar hanım koyun sağmaya giderken doğum yapmıştır. Babası ise Karaca lakaplı Ahmet bey çiftçidir. Gülizar hanım daha önce iki kız dünya ya getirmiş ancak çiçek hastalığı yüzünden yaşamlarını yitirmiştir.

1901 yılında Sivas’ta çiçek hastalığı yeniden görülmüş ve Veysel 7 yaşında iken hastalığa yakalanır. Ve şöyle anlatır. ’’Anam güzel entari dikmişti. Entariyi giyerek beni çok seven Muhsine kadına göstermeye gitmiştim. Beni sevdi. O gün çamurlu bir gündü, eve dönerken ayağım kayarak düştüm. Bir daha kalkamadım. Sol gözüme çiçek beyi çıktı. Sağ gözüme de soldan dolayı perde indi. O gün bu gündür dünya başıma zindan.’’
Sağ gözünün görme şansı olduğunu öğrenmişler. Işığı seçebildiğini anlamış. Akdağ madeni bölgesinde bir doktor olduğunu öğrenirler ve babası Ahmet bey (Karaca) çok sevinmiş.

Ne yazık ki olumsuzluklar yakasını bırakmamış. İnekler ile ilgilenen babasının yanına gelmiş. Veysel ansızın dönünce babasının elinde ki değneğin ucu sağ gözüne girivermiş. O gözü de akıp gitmiş böylece…

Veysel’in Ali adında abisi ve Elif adında kız kardeşinin yardımlarıyla elinden tutarak gezmeye, dolaştırmaya başlamışlar. Ailesi bu duruma çok üzülmüşler ve günlerce gözyaşı dökmüşler.

Veysel gittikçe içine kapanmaya başlar. Bu durumu fark eden babası Ahmet bey Emlek yöresi olarak adlandırılan ozanı bol olan bu diyarda şiire meraklı ve ziyaret yerlerine gidip gelen birisi olarak oğlu Veysel’e dertlerini unutacağı bir uğraş olsun diye saz verir eline.

Ayrıca yöre ozanları da zaman zaman Şatıroğlu Ahmet beyin evine uğrar ve saz çalınıp söylenirmiş. Komşuları Molla Hüseyin sazını düzenler ve tellerini onarırmış. İlk saz derslerini babası Ahmet beyin arkadaşı Divriği’li Çamışıhlı Ali Ağa’dan (Aşık Alâ) almış. Böylelikle Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Ruhsati, Dertli ozanların dünyalarıyla tanışır ve bu yola ilk adımını atar.

Ancak o zamanlar meydana gelen savaş durumu nedeniyle Veysel ikinci kez inzivaya çekilir. Arkadaşları cepheden cepheye koşarken Veysel bu durumdan da mahrum kaldığı için derin duygular içindedir. Arkadaşsızlık, sefalet, hüzün ve keder sarmıştır.
Veysel kendi bahçelerindeki armut ağacının altında düşüncelere dalıyor geceleri ise derdini göklere ve karanlıklara bırakıyor.

Askere gidemediği için bu durumunu şöyle dizeler ile anlatıyor.

Ne yazık ki bana olmadı kısmet
Düşmanı denize dökerken millet
Felek kırdı kolumu vermedi nöbet
Kılıç vurmak için düşman başına

Bugünler müyesser olsaydı bana
Minnet etmez idim bir kaşık kana
Mukadder harici gelmez meydana
Neler geldi bu Veysel’in başına

Annesi babası harp sonrasında biz ölünce Veysel yalnız kalmasın kardeşi bakamaz belki diye akrabalarından Esma ile evlendirirler. Esma’dan bir kız bir oğlu olur. Ne yazı ki oğlu daha 10 günlük iken annesini emerken hayattan ayrılır. Veysel’in acıları bunlarla bitmiyor. 24 Şubat 1921 yılında babası ve 18 ay sonra da annesi hayattan ayrılır.

Veysel gönlünde ki dertleri sazına bağlar ve öyle anlatmaya başlar. Köy odalarında aşıkların geldiği fasıllarda yer almaya başlar.

Veysel’in eşi Esma bu zamanlarda anlamsız bir şekilde başka bir adam ile kaçar. Bu olay ile Veysel’in yaşamına bir acı daha eklenir. 6 aylık kızı ile kalmıştır. 2 yıl kucağında gezdirmiş ama ne çare yavrucak yaşamamış.

Bir şiirinde bunu dile getirmiş.

Talih çile kadar sözü bir etmiş, her nereye gitsem gezer peşimde.

1928 yılında artık bu diyardan uzaklaşmak, göçmek isteyen bir ruh hali içindedir. Arkdaşı İbrahim ile Adana’ya gitmek istiyor. Fakat Karaçayır köyünden Deli Süleyman bu seyahatinden vazgeçiriyor.

Ancak Zara’nın Barzan Baleni köyünden Kasım adlı bir kişi Veysel’i kendi köyüne alıp 3 ay misafir eder. Daha sonra Deli Süleyman ve Kalaycı Hüseyin ile yol arkadaşlığı yapmaya karar veriyor ve yola çıkıyorlar. Sivas’ın Hafik ve Zara ilçelerinde bazı köylere uğruyorlar. Veysel 9 liraya güzel saz alıyor. Maalesef ki üç kağıtçı birine denk geliyorlar ve bütün paralarını kaybediyorlar. Veysel bu hadiseden sonra Hafik’in Karayaprak köyünden Gülizar adlı kadınla evleniyor.

1931 yılında Sivas Lisesi Edebiyat öğretmeni olan Ahmet Kutsi Tecer ve arkadaşları ’’Halk Şairlerini Koruma Derneği’’ kuruyorlar. Bu vesileyle Ahmet Kutsi Tecer ile tanışan Veysel’in yaşamında önemli bir dönüm noktası oluyor.

1933 yılında Cumhuriyet’in 10. Yıl dönümü için Ahmet Kutsi Tecer’in yönlendirmesiyle halk ozanları şiirler yazıyor. Veysel’in ’’Atatürk’tür Türkiye’nin ihyası’’ dizesiyle başlayan şiiri gün yüzüne çıkıyor ve köyünden başka diyarlara duyulması oluyor.
Sivrialan ilçesine bağlı Ağacakışla müdürü Ali Rıza bey Veysel’in bu destanını çok beğeniyor ve Ankara’ya gönderelim diyor.

Ancak Aşık Veysel ’’Ata’ya ben giderim’’ diyor ve arkadaşı İbrahim ile karakışta yalınayak, üst baş olmadan yola çıkan bu iki arı gönül yürüyerek Ankara’ya geliyor. Destanı Atatürk’e getirmek hevesiyle geldiğini söylüyorsa da destanı Atatürk’e okumak kısmet olmuyor. Eşi Gülizar Ana: “Ata’ya gidemediğine bir, askere gidemediğine iki; yanardı ki o kadar olur...”

Hakimiyet-i Milliye (Ulus) basımevinde destanı gazeteye veriliyor. Destan gazetede üç gün boyunca yayınlanıyor. Bundan sonra da bütün yurdu dolaşmaya, dolaştığı yerlerde çalıp söylemeye başlıyor, seviliyor, saygı görüyor.

Sonrasını Aşık Veysel şöyle anlatıyor.

Köye dönmeye karar verdik. Fakat cebimizde yol paramız da yok. Ankara’da bir avukatla tanışmıştık.

Avukat: - ‘Ben belediye başkanına bir mektup yazayım. Belediye sizi köyünüze parasız gönderir! ...’ dedi. Elimize bir mektup verdi. Belediyeye gittik. Orada bize dediler ki: - ‘Siz sanatkâr adamsınız. Nasıl geldinizse öyle gidersiniz! ’

Döndük avukata geldik. ‘Ne yaptınız? ’dedi. Anlattık. ‘Durun bir de valiye yazalım! ’ dedi. Valiye de dilekçe yazdı. Valiye dilekçemizi imzalayıp yine Belediyeye buyurdu. Belediyeye ilettik. Belediye bize: -‘Yok! ’ dedi. ‘Paramız yok! Sizi gönderemeyiz! ’ dedi.
‘Nasıl edelim? Ne edelim? ’ derken bir de ‘Halkevi’ne uğrayalım bakalım. Belki oradan bir şey çıkar’ diye düşündük. Halkevine gidek. Bu defa, Halkevine, bizi kapıcılar bırakmıyor ki girelim. Orada dinelip duruyorduk.

İçeriden bir adam çıktı: -‘Ne geziyorsunuz burada? Ne yapıyorsunuz? ’ diye sordu.

‘Halkevine gireceğiz ama bırakmıyorlar! ’ diye cevap verdik.

‘Bırakın! bu adamlar, tanınmış adamlar! Âşık Veysel bu! ’ dedi.

O içeriden çıkan adam, bizi edebiyat şubesi müdürüne gönderdi. Orada: -‘Ooo! Buyurun! Buyurun! dediler. Halkevinde bazı milletvekilleri varmış. Şube müdürü onları çağırdı: ‘Gelin halk şairleri var, dinleyin.’ dedi.

Eski milletvekillerinden Necip Ali Bey: ‘Yahu dedi bunlar fakir adamlar. Bunlara bakalım. Bunlara birer kat elbise de yaptırmalı. Pazar günü de Halkevinde bir konser versinler! ’

Hakikaten bize, birer takım elbise aldılar. Biz de o Pazar günü Ankara Halkevi’nde bir konser verdik. Konserden sonra cebimize para da koydular. Ankara’dan köyümüze işte o parayla döndük.

Plağa okuduğu ilk türkü ise, Emlek yöresinin ünlü ozanlarından Âşık İzzeti’nin: 

Mecnunum, Leyla’mı gördüm
Bir kerrece baktı geçti.
Ne söyledi ne de sordum
Kaşlarını yıktı geçti

Köy Enstitüleri’nin kurulmasıyla birlikte, yine Ahmet Kutsi Tecer’in katkılarıyla, sırasıyla Arifiye, Hasanoğlan, Çifteler, Kastamonu, Yıldızeli ve Akpınar Köy Enstitüleri’nde saz öğretmenliği yapıyor. Bu okullarda Türkiye’nin kültür yaşamına damgasını vurmuş birçok aydın sanatçıyla tanışma olanağı buluyor, şiirini iyiden iyiye geliştiriyor.

Uzun ince bir yoldayım, kara toprak şiirlerini kendi has yorumuyla türkü olarak seslendirir. Daha sonra nice bestelerini seslendirir.

1965 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi, özel bir kanunla Âşık Veysel’e, “Anadilimize ve milli birliğimize yaptığı hizmetlerden ötürü” 500 lira aylık bağlanmıştır.

21 Mart 1973 günü, sabaha karşı saat 3.30’da doğduğu köy olan Sivrialan’da, şimdi adına müze olarak düzenlenen evde yaşama gözlerini yumdu.
Yaşama gözlerini yummadan kısa bir zaman önce son şiirini Gelmez Yola Gidiyorum’u tamamlar.

Halk ozanı Âşık Veysel (Şatıroğlu) 21 Mart 1973 günü hasta yatağında son bir güçle doğruldu. Başucunda bekleyenlere, "Bana teybi getirin" dedi. Çocukları teybi önüne koyduklarında oda sessizlikten buz kesti.

Selam saygı hepinize
Gelmez yola gidiyorum
Ne karaya ne denize
Gelmez yola gidiyorum

Ne şehire ne de köye 
Ne yıldıza ne de aya 
Uçsuz bucaksız bir deryaya
Gelmez yola gidiyorum

Gemi bekler limanda
Tayfaları hazır onda
Gözüm kalmadı cihanda
Gelmez yola gidiyorum

Eşim dostum yavrularım
İşte benim son baharım
Veysel karanlık yollarım
Gelmez yola gidiyorum

…………………………………………………………………………………………………….

Hayatı gönül gözüyle gören halk aşığı Sivas’ın büyük halk ozanı Aşık Veysel’i en derin duygularımla sevgi, saygı ve hüzünlü bir şekilde anıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ölmeden Önce Ölmek!

  Merhabalar. Uzun bir zaman oldu yazmayalı ve yayınlamayalı… 2020 yılı itibariyle yaşamımızda yeni durumlar oldu ve yaşandı. Kimi az et...