Merhabalar.
21 Mart tarihi (Nevruz yani baharın
gelişi) birçok kişinin aklında baharın müjdecisi olarak bilinir. Diğer bir
ifadeyle Nevruz olarak söylenir. Ancak bugün sizlere bir başka yönden başka bir
kişinin hayatını anlatmaya çalışacağım.
……………………………………………………………………………………………………
Veysel Şatıroğlu (Aşık Veysel) 1894
yılında Sivas’ın Şarkışla ilçesinin Sivrialan köyünde annesi Gülizar hanım
koyun sağmaya giderken doğum yapmıştır. Babası ise Karaca lakaplı Ahmet bey
çiftçidir. Gülizar hanım daha önce iki kız dünya ya getirmiş ancak çiçek
hastalığı yüzünden yaşamlarını yitirmiştir.
1901 yılında Sivas’ta çiçek hastalığı
yeniden görülmüş ve Veysel 7 yaşında iken hastalığa yakalanır. Ve şöyle
anlatır. ’’Anam güzel entari dikmişti. Entariyi giyerek beni çok seven Muhsine
kadına göstermeye gitmiştim. Beni sevdi. O gün çamurlu bir gündü, eve dönerken
ayağım kayarak düştüm. Bir daha kalkamadım. Sol gözüme çiçek beyi çıktı. Sağ
gözüme de soldan dolayı perde indi. O gün bu gündür dünya başıma zindan.’’
Sağ gözünün görme şansı olduğunu
öğrenmişler. Işığı seçebildiğini anlamış. Akdağ madeni bölgesinde bir doktor
olduğunu öğrenirler ve babası Ahmet bey (Karaca) çok sevinmiş.
Ne yazık ki olumsuzluklar yakasını
bırakmamış. İnekler ile ilgilenen babasının yanına gelmiş. Veysel ansızın
dönünce babasının elinde ki değneğin ucu sağ gözüne girivermiş. O gözü de akıp
gitmiş böylece…
Veysel’in Ali adında abisi ve Elif
adında kız kardeşinin yardımlarıyla elinden tutarak gezmeye, dolaştırmaya
başlamışlar. Ailesi bu duruma çok üzülmüşler ve günlerce gözyaşı dökmüşler.
Veysel gittikçe içine kapanmaya başlar.
Bu durumu fark eden babası Ahmet bey Emlek yöresi olarak adlandırılan ozanı bol
olan bu diyarda şiire meraklı ve ziyaret yerlerine gidip gelen birisi olarak
oğlu Veysel’e dertlerini unutacağı bir uğraş olsun diye saz verir eline.
Ayrıca yöre ozanları da zaman zaman
Şatıroğlu Ahmet beyin evine uğrar ve saz çalınıp söylenirmiş. Komşuları Molla
Hüseyin sazını düzenler ve tellerini onarırmış. İlk saz derslerini babası Ahmet
beyin arkadaşı Divriği’li Çamışıhlı Ali Ağa’dan (Aşık Alâ) almış. Böylelikle
Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Ruhsati, Dertli ozanların dünyalarıyla tanışır
ve bu yola ilk adımını atar.
Ancak o zamanlar meydana gelen savaş
durumu nedeniyle Veysel ikinci kez inzivaya çekilir. Arkadaşları cepheden
cepheye koşarken Veysel bu durumdan da mahrum kaldığı için derin duygular
içindedir. Arkadaşsızlık, sefalet, hüzün ve keder sarmıştır.
Veysel kendi bahçelerindeki armut
ağacının altında düşüncelere dalıyor geceleri ise derdini göklere ve
karanlıklara bırakıyor.
Askere gidemediği için bu durumunu
şöyle dizeler ile anlatıyor.
Ne yazık ki bana olmadı kısmet
Düşmanı denize dökerken millet
Felek kırdı kolumu vermedi nöbet
Kılıç vurmak için düşman başına
Bugünler müyesser olsaydı bana
Minnet etmez idim bir kaşık kana
Mukadder harici gelmez meydana
Neler geldi bu Veysel’in başına
Annesi babası harp sonrasında biz ölünce
Veysel yalnız kalmasın kardeşi bakamaz belki diye akrabalarından Esma ile
evlendirirler. Esma’dan bir kız bir oğlu olur. Ne yazı ki oğlu daha 10 günlük
iken annesini emerken hayattan ayrılır. Veysel’in acıları bunlarla bitmiyor. 24
Şubat 1921 yılında babası ve 18 ay sonra da annesi hayattan ayrılır.
Veysel gönlünde ki dertleri sazına
bağlar ve öyle anlatmaya başlar. Köy odalarında aşıkların geldiği fasıllarda
yer almaya başlar.
Veysel’in eşi Esma bu zamanlarda
anlamsız bir şekilde başka bir adam ile kaçar. Bu olay ile Veysel’in yaşamına
bir acı daha eklenir. 6 aylık kızı ile kalmıştır. 2 yıl kucağında gezdirmiş ama
ne çare yavrucak yaşamamış.
Bir şiirinde bunu dile getirmiş.
Talih çile kadar sözü bir etmiş, her
nereye gitsem gezer peşimde.
1928 yılında artık bu diyardan
uzaklaşmak, göçmek isteyen bir ruh hali içindedir. Arkdaşı İbrahim ile Adana’ya
gitmek istiyor. Fakat Karaçayır köyünden Deli Süleyman bu seyahatinden
vazgeçiriyor.
Ancak Zara’nın Barzan Baleni köyünden
Kasım adlı bir kişi Veysel’i kendi köyüne alıp 3 ay misafir eder. Daha sonra
Deli Süleyman ve Kalaycı Hüseyin ile yol arkadaşlığı yapmaya karar veriyor ve
yola çıkıyorlar. Sivas’ın Hafik ve Zara ilçelerinde bazı köylere uğruyorlar.
Veysel 9 liraya güzel saz alıyor. Maalesef ki üç kağıtçı birine denk geliyorlar
ve bütün paralarını kaybediyorlar. Veysel bu hadiseden sonra Hafik’in
Karayaprak köyünden Gülizar adlı kadınla evleniyor.
1931 yılında Sivas Lisesi Edebiyat
öğretmeni olan Ahmet Kutsi Tecer ve arkadaşları ’’Halk Şairlerini Koruma
Derneği’’ kuruyorlar. Bu vesileyle Ahmet Kutsi Tecer ile tanışan Veysel’in
yaşamında önemli bir dönüm noktası oluyor.
1933 yılında Cumhuriyet’in 10. Yıl
dönümü için Ahmet Kutsi Tecer’in yönlendirmesiyle halk ozanları şiirler
yazıyor. Veysel’in ’’Atatürk’tür Türkiye’nin ihyası’’ dizesiyle başlayan şiiri
gün yüzüne çıkıyor ve köyünden başka diyarlara duyulması oluyor.
Sivrialan ilçesine bağlı Ağacakışla
müdürü Ali Rıza bey Veysel’in bu destanını çok beğeniyor ve Ankara’ya
gönderelim diyor.
Ancak Aşık Veysel ’’Ata’ya ben
giderim’’ diyor ve arkadaşı İbrahim ile karakışta yalınayak, üst baş olmadan
yola çıkan bu iki arı gönül yürüyerek Ankara’ya geliyor. Destanı Atatürk’e getirmek hevesiyle geldiğini söylüyorsa da destanı
Atatürk’e okumak kısmet olmuyor. Eşi Gülizar Ana: “Ata’ya gidemediğine bir,
askere gidemediğine iki; yanardı ki o kadar olur...”
Hakimiyet-i Milliye (Ulus)
basımevinde destanı gazeteye veriliyor. Destan gazetede üç gün boyunca
yayınlanıyor. Bundan sonra da bütün yurdu dolaşmaya, dolaştığı yerlerde çalıp söylemeye
başlıyor, seviliyor, saygı görüyor.
Sonrasını Aşık Veysel şöyle
anlatıyor.
Köye dönmeye karar verdik. Fakat
cebimizde yol paramız da yok. Ankara’da bir avukatla tanışmıştık.
Avukat: - ‘Ben belediye başkanına bir mektup
yazayım. Belediye sizi köyünüze parasız gönderir! ...’ dedi. Elimize bir mektup
verdi. Belediyeye gittik. Orada bize dediler ki: - ‘Siz sanatkâr adamsınız.
Nasıl geldinizse öyle gidersiniz! ’
Döndük avukata geldik. ‘Ne yaptınız? ’dedi.
Anlattık. ‘Durun bir de valiye yazalım! ’ dedi. Valiye de dilekçe yazdı. Valiye
dilekçemizi imzalayıp yine Belediyeye buyurdu. Belediyeye ilettik. Belediye
bize: -‘Yok! ’ dedi. ‘Paramız yok! Sizi gönderemeyiz! ’ dedi.
‘Nasıl edelim? Ne edelim? ’ derken
bir de ‘Halkevi’ne uğrayalım bakalım. Belki oradan bir şey çıkar’ diye
düşündük. Halkevine gidek. Bu defa, Halkevine, bizi kapıcılar bırakmıyor ki
girelim. Orada dinelip duruyorduk.
İçeriden bir adam çıktı: -‘Ne geziyorsunuz
burada? Ne yapıyorsunuz? ’ diye sordu.
‘Halkevine gireceğiz ama bırakmıyorlar! ’ diye
cevap verdik.
‘Bırakın! bu adamlar, tanınmış adamlar! Âşık Veysel bu! ’ dedi.
‘Bırakın! bu adamlar, tanınmış adamlar! Âşık Veysel bu! ’ dedi.
O içeriden çıkan adam, bizi edebiyat şubesi
müdürüne gönderdi. Orada: -‘Ooo! Buyurun! Buyurun! dediler. Halkevinde bazı
milletvekilleri varmış. Şube müdürü onları çağırdı: ‘Gelin halk şairleri var,
dinleyin.’ dedi.
Eski milletvekillerinden Necip Ali Bey: ‘Yahu
dedi bunlar fakir adamlar. Bunlara bakalım. Bunlara birer kat elbise de
yaptırmalı. Pazar günü de Halkevinde bir konser versinler! ’
Hakikaten bize, birer takım elbise aldılar. Biz
de o Pazar günü Ankara Halkevi’nde bir konser verdik. Konserden sonra cebimize
para da koydular. Ankara’dan köyümüze işte o parayla döndük.
Plağa okuduğu ilk türkü ise, Emlek yöresinin
ünlü ozanlarından Âşık İzzeti’nin:
Mecnunum, Leyla’mı gördüm
Bir kerrece baktı geçti.
Ne söyledi ne de sordum
Kaşlarını yıktı geçti
Bir kerrece baktı geçti.
Ne söyledi ne de sordum
Kaşlarını yıktı geçti
Köy Enstitüleri’nin kurulmasıyla birlikte, yine
Ahmet Kutsi Tecer’in katkılarıyla, sırasıyla Arifiye, Hasanoğlan, Çifteler,
Kastamonu, Yıldızeli ve Akpınar Köy Enstitüleri’nde saz öğretmenliği yapıyor.
Bu okullarda Türkiye’nin kültür yaşamına damgasını vurmuş birçok aydın
sanatçıyla tanışma olanağı buluyor, şiirini iyiden iyiye geliştiriyor.
Uzun ince bir yoldayım, kara
toprak şiirlerini kendi has yorumuyla türkü olarak seslendirir. Daha sonra nice bestelerini seslendirir.
1965 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi, özel
bir kanunla Âşık Veysel’e, “Anadilimize ve milli birliğimize yaptığı
hizmetlerden ötürü” 500 lira aylık bağlanmıştır.
21 Mart 1973 günü, sabaha karşı saat 3.30’da
doğduğu köy olan Sivrialan’da, şimdi adına müze olarak düzenlenen evde yaşama
gözlerini yumdu.
Yaşama gözlerini yummadan kısa bir
zaman önce son şiirini Gelmez Yola Gidiyorum’u tamamlar.
Halk ozanı Âşık Veysel (Şatıroğlu) 21 Mart
1973 günü hasta yatağında son bir güçle doğruldu. Başucunda bekleyenlere,
"Bana teybi getirin" dedi. Çocukları teybi önüne koyduklarında oda
sessizlikten buz kesti.
Selam saygı hepinize
Gelmez yola gidiyorum
Ne karaya ne denize
Gelmez yola gidiyorum
Gelmez yola gidiyorum
Ne karaya ne denize
Gelmez yola gidiyorum
Ne şehire ne de köye
Ne yıldıza ne de aya
Uçsuz bucaksız bir deryaya
Gelmez yola gidiyorum
Ne yıldıza ne de aya
Uçsuz bucaksız bir deryaya
Gelmez yola gidiyorum
Gemi bekler limanda
Tayfaları hazır onda
Gözüm kalmadı cihanda
Gelmez yola gidiyorum
Tayfaları hazır onda
Gözüm kalmadı cihanda
Gelmez yola gidiyorum
Eşim dostum yavrularım
İşte benim son baharım
Veysel karanlık yollarım
Gelmez yola gidiyorum
İşte benim son baharım
Veysel karanlık yollarım
Gelmez yola gidiyorum
…………………………………………………………………………………………………….
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder