28 Ocak 2019 Pazartesi

Yalnız Adam (Uzun İnce Bir Yoldayım)

Merhabalar…

Âşık Veysel Şatıroğlu’nun duygu yüklü ve bir o kadar da hüzünlü gönüllere yer etmiş türküsü ile yolculuğa çıkalım istedim.

İlkyazımda genel olarak yalnızlığın tarifini yapmaya çalıştım. Bu devam eden ikinci yazımda ise biraz daha yolculuk kavramı üzerinde duracağım.

Aklınızdan şu cümleyi kurabilirsiniz. Yalnızlık Allah’a mahsustur. Burada ki yalnızlık kavramını nacizane olarak içsel yani duygusal olarak anlatmaya çalışıyorum.

Yoksa çevremizde o kadar çok canlı ve nesneler var ki! Küçük yerleşimlerde yani kasaba, köy gibi yerlerde doğa ile baş başa oluyorsun. Asıl büyükşehirlerde insanlar kalabalık içinde hem çok yalnız hem de kendine hiç vakit ayıramıyor.

En son ne zaman kendin için kendine vakit ayırdın? İç sesini dinledin mi? Yaptıkların ile yapmak istediklerin aynı mı?

Bu arada nerede kalmıştık?

‘Delikanlı uyumak için gözlerini kapatmaya hazırlanırken’ diye yazmıştım. ‘Her gece uykuya dalmak ölüme hazırlık’ demiştim. Ve ‘her gece mutlu bir şekilde uykuya dalın’ diye de bitirmiştim.

Sabahları uyanma şekliniz o günü nasıl yaşayacağınızı belirliyor aslında. Yani sabahları mutlu uyanırsanız güzel bir başlangıç yapmış olursunuz.

Bu sabahlar deli eder insanı.

Uyansan; koca bir hayat bekler, yorulursun.

Uyanmasan; koca bir hayat gider kaybolursun.

Kaybolmuş milyonlarca insanlardan sadece biri misin? Yoksa yola çıkmış kendini mi bulmaya çalışıyorsun?

İnsanoğlunu bedenen iyileştirmek (ameliyat) için uyutmak, ruhen iyileştirmek için ise uyandırmak gerekir. Tolstoy

İnsanların ruhsal rahatsızlığının asıl nedeni sevgi duygusunu hissetmemek ve hissettirememek.

Ruh ve sinir hastanelerinde tedavi görenleri deli diye isimlendirmeyin.

Bir diğer açıdan da yaşlanan bakıma muhtaç olan insanların mecburmuş gibi terk edilen huzurevlerinin (darülaceze) olmasının sebebi yine sevgi!

Mademki sevgiye bu kadar ihtiyaç duyuyoruz neden peki sevgisiz, duygusuz yaşamaya doğru gidiyoruz?

Neden birbirimizi bu kadar üzüyoruz? Neden birbirimizin hayatlarını kolayca mahvediyoruz?

Aklımda o kadar çok sorular var ki! İşte bu soruların cevaplarını bulmak için yola çıkmak istiyorum.
……………………………………………………………………………………….......



Gözlerini kaptan delikanlı uykuya daldı. Zihninde bilinçaltı düşünceler rüya olarak yansımaya başladı. Rüyasında gece ile gündüzü aynı anda görüyordu. Hem güneş hem de ay gökyüzünde bulunuyordu.

Bu durum mümkün olabilir mi? Eğer mümkün ise neden? diye kendi kendine sordu!

Yeşillikler içinde tek başına yürüyordu. Karlı dağlar görünüyordu uzaklarda.  Her yerde çiçekler açmıştı. Kuşlar böcekler uçuşuyordu.

Sonra uçsuz bucaksız deniz göründü. Denizin içinde ileriye doğru bir fırtına vardı. Fırtınanın içinde bir gemi sahile doğru geliyordu. Sesler yükselmeye başladı. ‘Seni almaya geliyoruz’ ‘ Hazır mısın?’

Bilinmeyene doğru gidiyordu. Haliyle karışık duygular içinde sese doğru yürüyordu. Ancak cevap veremiyordu.

Sahile küçük bir sandal gönderildi. Sandalda yüzünü göremediği bir kişi ses vermeden yaklaştı ve durdu.

Masmavi bir giysi içinde elleri ve yüzü görünmüyordu. Tuhaf olan bir şey vardı. Sandalda kürek yoktu.

Delikanlı sandala bindi ve sandal kendi kendine hareket etmeye başladı. Gemiye doğru yaklaştıkça sıra dışı sesler duymaya başladı. ‘Bizimle yolculuğa dayanabilecek mi?’  ‘Aklını kaçırmadan göreceklerini anlayabilecek mi?’

Gemiye geldiğinde yan bölümlerde bazı figürler dikkatini çekti. Yusufçuk, arı ve uçan karınca figürleri vardı.

Sis ve dumanın yoğunluğundan başka hiçbir şey göremiyordu.

Derken sabah olmuştu ve rüyası yarım kalmıştı. Merak ediyordu bir yandan.

Delikanlı kendi kendine ‘bu bir uyarı olmalı’ dedi. Yani yolculuğa başlaması için bir işaretti.

Sabah işe gitmekten vazgeçti. Güzel bir kahvaltı hazırladı. Sevdiği herkesi aradı hal hatır sordu. Sokağa çıktı gördüklerine Merhaba diye seslendi her zaman ki gibi ancak bu kez ses tonu kendinden emin bir şekilde idi.

Bankadan birikmişlerini aldı ve bir çantaya koydu. Önce araba alması gerekiyordu sonra bir çekme karavan!

Tam istediği gibi hem otomobil hem karavan olarak kullanabileceği bir araç buldu.



Yiyecek, içecek ve bazı eşyalar alıp yola çıkmaya karar verdi. Cep telefonu yerine sadece fotoğraf makinesini aldı.

Nereye gittiğini bilmeden ve kimseye bir şey demeden sabaha doğru çıkmak için hazırlık yaptı.

Kapısına şöyle bir not yazdı. ‘Uzun ince bir yoldayım gidiyorum gündüz gece’

Sabah olunca mutlu bir gülümse tebessüm ile uyanan delikanlı heyecanlı ve hissettiği mutluluk ile yola çıkmaya hazırdı. Ve sabahın ilk ışıkları şehre vurur iken aracına bindi.

İçinden bir ses ‘hadi kimsenin kimseyi ön yargı ile yargılamadığı güzel insanların olduğu güzel yerlere gidelim’ dedi.

İstanbul’dan yola çıkan delikanlı rotasını Trakya - Ege – Akdeniz – İç Anadolu dönüşte Güneydoğu – Doğu Anadolu ve Karadeniz diye düşünmeye başladı.

Bakalım düşündüğü gibi olacak mı?

Otoyoldan gitmek istemiyordu. Çünkü şehirlerin içinden gidip istediği yerde durup vaktini öyle değerlendirmek istiyor. Sizce de böyle yolculuklar daha iyi olmaz mı?

Her gittiği yerden küçük hatıralar olması için resim video çekmek ve minyatür eşyalar almak yıllar sonra tekrar o günlere zaman yolculuğu etkisi yapıyor. Bu duyguyu yaşayanlar bilir.

Tekirdağ’a gelmişti ve kısa bir mola vermek iyi gelir diye düşündü ve kendi halinde bir yere Tekirdağ köftecisi ve Ciğercisine uğradı. Yanında olmazsa olmaz yayık ayranı unutmayalım.

Sohbet muhabbet ediyorlardı. Buraya has bir konuşma üslubu vardır.

Çorlu Kalesi, Hora Feneri ve Tekirdağ Şehitler Abidesi’ni görmeden buradan ayrılmak istemedi. O günü böylece akşam etmişti. Karavanı emniyetli bir yere çekip sabah olunca yolculuğuna devam etmek niyetinde idi.

Oradan Edirne’ye doğru tekrar yola çıktı. Edirne’ye gelmiş iken tarihi yerlerini görmeden gitmek olmazdı.

Edirne Kent Meydanı, Kent Müzesi,  Kent Ormanı (Söğütlük), Saray içi Balkan Şehitliği, Edirne Kalesi Makedonya (Saat) Kulesi, Bedesten Çarşısı, Kırkpınar Meydanı, Lozan Anıtı ve Meriç (Mecidiye) Köprüsünden de geçip Bulgaristan sınırına doğru güzel bir yerde geceyi dinlenmek istiyordu. Güvenli bir yer buldu ve sabah olunca Gelibolu’ya geçmeyi düşündü.

Sabah oldu ve yola çıkan delikanlı biraz ileri de yolun kenarında yavru bir köpek duruyordu. Ya kaybolmuştu yâda terk edilmiş sevimli bir yavruydu. Sanki susuz ve aç kalmış bir hali vardı.

Neden yavru iken böyle hayvanları alıp sonra hevesini alınca sokağa atıyorlar. Bu hayvanlar hediyelik eşya gibi görülmesin. Ağzı var dili yok, konuşup derdini nasıl anlatsın?

Delikanlı sevimli köpek yavrusunu karavanına alıp biraz su ve yemek verdi. Onun için kutuda yer yaptı ve uyumaya başladı. İsmini; bu yolculukta ona arkadaşlık edeceği için ‘yoldaş’ koydu.

Öğlen olmadan Gelibolu yarımadasına gelmişti. Muhteşem bir yerdi. Görsellikten çok manevi duygusu etkiliyordu. Hangi yeri anlatayım sizlere nereden bahsetsem yazı yetersiz kalır. Gidip görmeniz gerek o muhteşem yarımadayı.

Eceabat’a giderken yol üzerinde Akbaş Şehitliği var. Eceabat’a gelince Kilit bahir Kalesi, Seyit Onbaşı Anıtı, Seddülbahir Kalesi, Çanakkale Destanı Tanıtım Merkezi, Kanlısırt Kitabesi, Yalnız Çam (Lone Pine) Mezarlığı Anıtı, 57. Piyade Alay Şehitliği, Anzak Koyu,  Conkbayırı’nda Atatürk’ün saatinden vurulduğu yere ve Çanakkale Şehitler Abidesi’ne gelince donup kalıyorsunuz. Eliniz ayağınız yokmuş gibi hissediyorsunuz. Ruhunuz bedeninizden ayrılmış hissediyorsunuz.

O gece orada konaklamak ve huzuru bir gece de olsa hissetmek istedi. Yoldaş (yavru köpek) ile birlikte huzur içinde karavanda uyur iken delikanlı uyandı daha doğrusu uyandırıldı. Garip bir ses duymaya başladı. Rüyasında gördükleri aklına geldi.

Delikanlı dışarı doğru baktı kimse yoktu ancak usulca bir ses geliyordu. ‘ Hadi gel! Burası yolculuğunun başka bir boyuta açılan yeri!’ Denize doğru yürüdü. Uzaktan mavi ışık görüyordu.

Karavandaki küçük yoldaş delikanlının yanına doğru koşuyordu. Delikanlı ‘hayır gelme geri git’ dese de yanından ayrılmıyordu.

Tekrar sesi duymaya başladı. ‘Yavru köpeği sana biz gönderdik. Bırak gelsin!’ Yoldaşı kucağına alıp uzaktan onlara yaklaşan mavi ışığa heyecan içinde bakıyorlardı.

Derken küçük yoldaş delikanlının kucağından atlayıp ileriye doğru koşmaya başladı ve kayboldu gözünden. Şaşkınlık içinde ne olduğunu anlayamadı.

Sesi tekrar duydu. ‘5 adım ileriye gel korkma!’

Delikanlı sordu. 'Neden 5 adım? Anlamı nedir?'

Ses cevap verdi. ‘Ruhen, zihnen, bedenen, zaman ve mekân kavramlarını aşmak demek!’

Delikanlı attığı her adımda ‘ruhum, zihnim, bedenim, zaman ve mekânla’ dedi ve rüyasında gördüğü yere gelmişti. (unuttuysanız yukarıda o bölümü tekrar okuyun)
 

……………………………………………………………………………………….......

Yalnız Adam’ın bir sonra ki yazısında buluşmak, görüşmek üzere şimdilik hoşçakalın, sağlıcakla kalın…

2 Ocak 2019 Çarşamba

Yalnız Adam (yolculuğa hazırlık)

Merhabalar…

Yalnızlık üzerine belki de ilk defa bu kadar derin bir yazı okuyacaksınız. Hiçbir kaynaktan alıntısı yoktur. Tamamıyla kendime özgü, fikir, düşünce ve hatta yaşanmışlıklardan edinilen duygular ışığında yazılmıştır.

Yalnızlığın tarifi kişiye göre değişir. Yalnızlık paylaşılınca azalır diye bir söz gezer kulaktan kulağa…

Aslında işin aslı öyle değil. Yalnızlık asla paylaşılan bir duygu değildir. Çünkü paylaşılırsa adı yalnızlık olmaz.

Kendimce tarif edecek olursam; çevrende kimsenin olmaması değil, aksine birçok kişi varken kendi iç dünyanda yaşadığın ve zamanla alıştığın sonra seni bırakmayan kronik bir hastalık gibidir. İçinde fırtınalar kopar, için yangın yeri dışın ise buzdağı gibidir. Sesini duyan olmaz, çığlık atsam kim duyacak ki dersin!

Yalnız insanların gözleri buğuludur. Gülüşleri derinden ve kısa olur. Sözleri uzatmazlar. Kısa cümleler kurarlar. Sosyal olmak istemezler. Çünkü kalabalık içinde boğucu bir şekilde kendilerini yalnız hissederler.

Büyük kalabalıklardan büyük yalnızlıklar doğar. Neden derseniz! Kimse kimseyi tanımak istemez, konuşmak ve hatta yüzünü bile görmekten acizlerdir. Herkes herkesin yanından sadece geçer ve gider. Herkes kendi yaşamına ve düşüncelerine o kadar dalmış ki çevresinde ki olup bitenden bile haberi yok.

Otobüste yolculuk ederken herkesin elinde bir cep telefonu, yolda yürürken ve hatta araç kullanırken bile cep telefonu ile uğraşmaktadır. Sanırsın kan yerine cep telefonunun içinde ki internete ihtiyacı var. Aslında bu bir hastalık derecesinde bağımlılık göstergesidir.

Yani demem o ki! Cihazlara ve eşyalara haddinden fazla bağlıyız ve insanlardan, hayvanlardan, bitkilerden bir o kadar ayrıyız.

İnsanlar birbirlerine köprüler kurmak yerine yüksek yıkılmaz duvarlar içinde kalmayı tercih ediyorlar. Kimi iyi niyetinden yalnızlığa mahsur kalmış. Kimisi de bencilliğinden yalnızlık içinde kalmaya mecbur.

Şimdi diyeceksiniz ki hani hikâye nerede? Merak etmeyin bu yazılar ile sizi hikâyeye hazırlıyorum.

………………………………………………………………………………………..............................

Zamanın bir vaktinde mekânın bir yerinde kendi halinde bir delikanlı yaşarmış. Ailesi ile birlikte yaşayan ve sıradan bir kişi olarak yaşamına devam eden bir kişinin başına gelen olayları anlatmak istiyorum. Başına neler gelebilir ki diye aklınıza birkaç soru gelebilir.

Delikanlıya isim vermiyorum. Çünkü herkes kendince bir isim verebilir.

İşinde gücünde kendi dünyasında hayallerinde yaşamaya devam ediyormuş. Kalbinde karamsarlık olmayan iyiyi güzeli isteyen hoş duygular içinde hayallerini gerçekleştirmek için çabalıyormuş.

Nedir acaba bu hayalleri? İnsanlık adına ilham verici olmak, güzel duyguları yaymak, karavanı ve motoru ile memleketin her yerine gitmek. Ve gittiği her yerde insanlara güzellikleri aşılamak, anlatmak ve kalıcı bir iz bırakmak.

Bu düşünceler sizce sadece düşünce olarak mı kalıyor? Gerçek olabilir mi? Yapılabilir mi?

Gel zaman git zaman bizim delikanlı ufak tefek işlerle başlamış iş hayatına. Merdivenleri adım adım çıkmaya başlamış. Her yaptığı işi hakkıyla yapmış ve kendini geliştirmiş.

Ancak hep bir boşluk hissediyormuş. Bulunduğu yerde bir zaman sonra daha ne yapabilirim diye kendine soruyormuş. Fakat içinde hep başka yerlere gitme duygusu ağır basıyormuş. Sanki buralar dar geliyormuş.

Bir gün işten eve giderken bir yere oturup düşünmeye başladı. Kendi kendiyle konuşmaya başladı.

Şimdi diyeceksiniz ki! İnsan kendi kendine konuşur mu? Deli derler diye. Aslında toplum olarak yanlış anlıyoruz bu konuyu. Neden derseniz? Kendinizle konuşmazsanız gerçek ve dürüst olarak sizi en iyi kim eleştirebilir?

İç huzur istiyorsanız içsel olarak kendinizle barışık olmalısınız. Vicdani olarak rahat olmak çok önemli!

Delikanlı kendi kendine içsel olarak bir konuşma içine dalmıştır. Gelin misafir olalım bu konuşmaya.

Ailemi seviyor muyum?

Evet, onlar benim canımın kanatları gibi iyi ki varlar.

Çevremi seviyor muyum?

Hem evet, hem hayır. Çünkü büyüdüğüm yer olduğu için seviyorum. Ancak artık eskisi gibi değil. Komşuluk, yardımlaşma, güven ve birlik olma duygusu maalesef yok denecek kadar.

İçimde ki boşluğun sebebi nedir? Neden büyüyor peki?

Eksikliğini hissettiğim tarif edemediğim duygularım var. Her geçen gün daha da büyüyor. Durduramıyorum.

Kime danışabilirim? Beni benden daha iyi anlayacak birisi var mı?

Ailem duygusal davranıp etme, gitme diyecek. Arkadaşlarım şaka ile karışık kafa bulacaklar.

Ne yapmalıyım?

Buralar dar geliyor sanki. Gitmek istiyorum. Ancak nereye gideceğimi bilmiyorum.

Peki, ne zaman?

İçimden bir ses yakında diyor!

Hazır mıyım?

Henüz değilim. Ancak iç sesim hazırlandığımı söylüyor.

En önemli soruları sormalıyım kendime! Cevap vermeye gücüm var mı? Şu an sahip olduğum herkes ve her şey bir başkasının hayali olabilirdi. Hayallerim uğruna bütün sahip olduklarımı kaybedersem ne olacak? Ve değecek mi? Sonunda neler olacak? Ve asıl soru

Hayallerime ulaşmak mı? Yoksa hayallerime ulaşmak için çıkacağım yolculuk mu istediğim? Yolculukta başıma neler gelecek ve neler öğreneceğim?

Gündüz ve gece birbirini kovalıyor ancak yetişemiyor değil mi? Sorularım ve cevaplarımda aynı şekilde işte!

Siz hiç kendinize soru veya sorular soruyor musunuz? Yoksa aman ne olacak ki! diyenlerden misiniz?

Eğer sorular sorup cevapları arıyorsanız bilin ki zihniniz yakında farklı olarak sizi uyaracak. Onunla savaş halinde de olabilirsiniz. Veya çok iyi anlaşıp bilinçaltında neler olduğunu fark edip bugüne kadar uyuduğunuzu anlayacaksınız.

İyi kötü yaşıyorum işte, öyle böyle günler geçiyor nasıl olsa. Aç değilim açıkta değilim. Kimseye muhtaç değilim.

Eğer bu şekilde halinizden memnunmuş gibi zihninizi durduruyorsanız maalesef sahip olduğunuz gücünüzü kullanmak istemiyorsunuz.

Aklın yoksa yandın. Ya kalbin yoksa? O zaman sen zaten yoksun ki… (Mevlana)

Neyse kimseyi yargılamak değil niyetim. Sadece yolculuğumun ne zaman olacağını merak eden ve nasıl olacak diye heyecanlanan birisiyim.

Herkes başarılı insanların yaşam hikâyelerini okumayı çok seviyor ve ilgisini çekiyor. O insanların neler yaşadığını tam anlamıyla bilmiyorsunuz aslında.

Unutmayın ki başarı; kestirme yoldan ulaşılan bir yer değildir. O yüzden başarısızlık şart.

Bizim delikanlının zihnini kurcalayan ve yaşamında ki sıradanlığın vermiş olduğu hisler artık iyice yükseliyordu.

Zihniniz bir bahçedir. Düşünceleriniz ise bir tohum. Ya bu bahçede çiçekler yetiştirirsiniz, ya da yabani otlar…

Yapması gereken en önemli bir şey vardı. O yüzden böyle eli kolu bağlanmış gibi. Neydi peki o önemli olan?

Büyük işler, büyük yolculuklar ve hayatı değiştiren bütün olgular için gereken ilk şey!

Cesaretle kendinden emin bir şekilde karar verip ilk adımı atmak!

Aklın gücünden kuvvetli olan tek şey kalbin cesaretidir.

İnsanlar her şeyi kolay yoldan elde etmeye çalışıyorlar. Ancak böyle bir şey yok. Kendi çabasıyla kazanılan bir başarısızlık ile hediye edilen bir başarı aynı değildir. İlkinde öğretici olan tekrar denemek için bir amaç veren başarısızlık var. İkincisinde değeri olmayan bir başarı var. Birincisi daha değerli inanın bana…

Kazandığın savaşlar değil, kaybettiğin savaşlar seni sen yapar. İnsan kazanarak öğrenmez, kaybederek öğrenir.

Delikanlı artık karar vermeliydi.

Ya harekete geçecek. Veya ömür boyunca yapmadığı için pişmanlık duyacak!

Siz olsanız hangisini seçersiniz? Biraz düşünün bakalım.

Genelde şu an okuduğunuz için birincisi diyeceksiniz. Ancak yaşam içinde genelde ikincisi yüzünden insanlar kendine veya diğer insanlara kızgın bir şekilde yaşamaya devam ediyor.

Bu konu biraz derinlere inen ve herkesin bir yarası olan ancak yokmuş gibi davranılan ömür boyu etkisi olan gizli kalınması istenilen maalesef acınası bir durumdur.

Bizim delikanlının yapması ve halledilmesi gereken birkaç işi var.

Ailesine ve arkadaşlarına durumu olduğu gibi anlatsa mıydı? Yoksa iş gezisi mi deseydi? Veya tatile gidiyorum diyerek biraz tepki mi alsaydı acaba?

Siz olsaydınız ne dersiniz? Böyle bir durum yaşadınız mı?

Yolculuğa nereye ve ne ile gidecek? Yakına mı uzağa mı? Yanına neler almalıydı?

Her yapılan yolculuğun vakti bilinir mi? Vakitsiz yolculuğa hazır mı insanoğlu?

Bulunduğun yer seni mutlu etmiyorsa yerini değiştir, taş veya ağaç değilsin!

Ve hatta bazen şöyle seslenmek istiyor musunuz kendinize?

Toprak..! Sana da yük olur muyum? diye…

Mesafe kavramı kişiye göre değişir mi?

Bence en uzak mesafe; Güneş, yıldızlar ve hatıraları yaşadığımız zaman değildir. İki insanın zihni arasında ki düşünce farklılığından dolayı oluşan mesafesidir.

Dünya bir kitaptır ve seyahat etmeyenler, onun sadece bir sayfasını okurlar.

Seyahat ettiğiniz yanınıza genellikle ihtiyacınız olduğunu ve olabileceğini düşündüğünüz eşya vs alırsınız.

Sınırları olmayan bir yaşam için; ne kola muhtaçsın ne bacağa. İhtiyacın olan tek şey sınırları olmayan bir akıl…

Ya bu yolculuk çok farklı ise …

Delikanlı uyumak için gözlerini kapatmaya hazırlanırken sizlere uyku ile ilgili birkaç cümle yazmak istiyorum.

Uyumak aslında kısa süreli ölmek demektir. Bu yüzden her gece uyumadan önce mutlu bir şekilde uykuya dalın.

………………………………………………………………………………………..............................

Yalnız Adamın bir sonra ki yazısında buluşmak, görüşmek üzere şimdilik hoş çakalın, sağlıcakla kalın…
 

Ölmeden Önce Ölmek!

  Merhabalar. Uzun bir zaman oldu yazmayalı ve yayınlamayalı… 2020 yılı itibariyle yaşamımızda yeni durumlar oldu ve yaşandı. Kimi az et...