Âşık Veysel
Şatıroğlu’nun duygu yüklü ve bir o kadar da hüzünlü gönüllere yer etmiş türküsü
ile yolculuğa çıkalım istedim.
İlkyazımda genel
olarak yalnızlığın tarifini yapmaya çalıştım. Bu devam eden ikinci yazımda ise
biraz daha yolculuk kavramı üzerinde duracağım.
Aklınızdan şu cümleyi
kurabilirsiniz. Yalnızlık Allah’a mahsustur. Burada ki yalnızlık kavramını
nacizane olarak içsel yani duygusal olarak anlatmaya çalışıyorum.
Yoksa çevremizde o
kadar çok canlı ve nesneler var ki! Küçük yerleşimlerde yani kasaba, köy gibi
yerlerde doğa ile baş başa oluyorsun. Asıl büyükşehirlerde insanlar kalabalık
içinde hem çok yalnız hem de kendine hiç vakit ayıramıyor.
En son ne zaman
kendin için kendine vakit ayırdın? İç sesini dinledin mi? Yaptıkların ile
yapmak istediklerin aynı mı?
Bu arada nerede
kalmıştık?
‘Delikanlı uyumak
için gözlerini kapatmaya hazırlanırken’ diye yazmıştım. ‘Her gece uykuya dalmak
ölüme hazırlık’ demiştim. Ve ‘her gece mutlu bir şekilde uykuya dalın’ diye de
bitirmiştim.
Sabahları uyanma
şekliniz o günü nasıl yaşayacağınızı belirliyor aslında. Yani sabahları mutlu
uyanırsanız güzel bir başlangıç yapmış olursunuz.
Bu sabahlar deli eder insanı.
Uyansan; koca bir hayat bekler, yorulursun.
Uyanmasan; koca bir hayat gider kaybolursun.
Kaybolmuş milyonlarca
insanlardan sadece biri misin? Yoksa yola çıkmış kendini mi bulmaya
çalışıyorsun?
İnsanoğlunu bedenen iyileştirmek (ameliyat) için uyutmak,
ruhen iyileştirmek için ise uyandırmak gerekir. Tolstoy
İnsanların ruhsal
rahatsızlığının asıl nedeni sevgi duygusunu hissetmemek ve hissettirememek.
Ruh ve sinir
hastanelerinde tedavi görenleri deli diye isimlendirmeyin.
Bir diğer açıdan da
yaşlanan bakıma muhtaç olan insanların mecburmuş gibi terk edilen
huzurevlerinin (darülaceze) olmasının sebebi yine sevgi!
Mademki sevgiye bu
kadar ihtiyaç duyuyoruz neden peki sevgisiz, duygusuz yaşamaya doğru gidiyoruz?
Neden birbirimizi bu
kadar üzüyoruz? Neden birbirimizin hayatlarını kolayca mahvediyoruz?
Aklımda o kadar çok
sorular var ki! İşte bu soruların cevaplarını bulmak için yola çıkmak
istiyorum.
……………………………………………………………………………………….......
Gözlerini kaptan
delikanlı uykuya daldı. Zihninde bilinçaltı düşünceler rüya olarak yansımaya
başladı. Rüyasında gece ile gündüzü aynı anda görüyordu. Hem güneş hem de ay
gökyüzünde bulunuyordu.
Bu durum mümkün
olabilir mi? Eğer mümkün ise neden? diye kendi kendine sordu!
Yeşillikler içinde
tek başına yürüyordu. Karlı dağlar görünüyordu uzaklarda. Her yerde çiçekler açmıştı. Kuşlar böcekler
uçuşuyordu.
Sonra uçsuz bucaksız
deniz göründü. Denizin içinde ileriye doğru bir fırtına vardı. Fırtınanın
içinde bir gemi sahile doğru geliyordu. Sesler yükselmeye başladı. ‘Seni almaya
geliyoruz’ ‘ Hazır mısın?’
Bilinmeyene doğru
gidiyordu. Haliyle karışık duygular içinde sese doğru yürüyordu. Ancak cevap
veremiyordu.
Sahile küçük bir
sandal gönderildi. Sandalda yüzünü göremediği bir kişi ses vermeden yaklaştı ve
durdu.
Masmavi bir giysi
içinde elleri ve yüzü görünmüyordu. Tuhaf olan bir şey vardı. Sandalda kürek
yoktu.
Delikanlı sandala
bindi ve sandal kendi kendine hareket etmeye başladı. Gemiye doğru yaklaştıkça
sıra dışı sesler duymaya başladı. ‘Bizimle yolculuğa dayanabilecek mi?’ ‘Aklını kaçırmadan göreceklerini
anlayabilecek mi?’
Gemiye geldiğinde yan
bölümlerde bazı figürler dikkatini çekti. Yusufçuk, arı ve uçan karınca
figürleri vardı.
Sis ve dumanın
yoğunluğundan başka hiçbir şey göremiyordu.
Derken sabah olmuştu
ve rüyası yarım kalmıştı. Merak ediyordu bir yandan.
Delikanlı kendi
kendine ‘bu bir uyarı olmalı’ dedi. Yani yolculuğa başlaması için bir işaretti.
Sabah işe gitmekten
vazgeçti. Güzel bir kahvaltı hazırladı. Sevdiği herkesi aradı hal hatır sordu.
Sokağa çıktı gördüklerine Merhaba diye seslendi her zaman ki gibi ancak bu kez
ses tonu kendinden emin bir şekilde idi.
Bankadan
birikmişlerini aldı ve bir çantaya koydu. Önce araba alması gerekiyordu sonra
bir çekme karavan!
Tam istediği gibi hem
otomobil hem karavan olarak kullanabileceği bir araç buldu.
Yiyecek, içecek ve bazı
eşyalar alıp yola çıkmaya karar verdi. Cep telefonu yerine sadece fotoğraf
makinesini aldı.
Nereye gittiğini
bilmeden ve kimseye bir şey demeden sabaha doğru çıkmak için hazırlık yaptı.
Kapısına şöyle bir
not yazdı. ‘Uzun ince bir yoldayım gidiyorum gündüz gece’
Sabah olunca mutlu
bir gülümse tebessüm ile uyanan delikanlı heyecanlı ve hissettiği mutluluk ile
yola çıkmaya hazırdı. Ve sabahın ilk ışıkları şehre vurur iken aracına bindi.
İçinden bir ses ‘hadi
kimsenin kimseyi ön yargı ile yargılamadığı güzel insanların olduğu güzel
yerlere gidelim’ dedi.
İstanbul’dan yola
çıkan delikanlı rotasını Trakya - Ege – Akdeniz – İç Anadolu dönüşte Güneydoğu
– Doğu Anadolu ve Karadeniz diye düşünmeye başladı.
Bakalım düşündüğü
gibi olacak mı?
Otoyoldan gitmek
istemiyordu. Çünkü şehirlerin içinden gidip istediği yerde durup vaktini öyle
değerlendirmek istiyor. Sizce de böyle yolculuklar daha iyi olmaz mı?
Her gittiği yerden
küçük hatıralar olması için resim video çekmek ve minyatür eşyalar almak yıllar
sonra tekrar o günlere zaman yolculuğu etkisi yapıyor. Bu duyguyu yaşayanlar
bilir.
Tekirdağ’a gelmişti
ve kısa bir mola vermek iyi gelir diye düşündü ve kendi halinde bir yere
Tekirdağ köftecisi ve Ciğercisine uğradı. Yanında olmazsa olmaz yayık ayranı
unutmayalım.
Sohbet muhabbet
ediyorlardı. Buraya has bir konuşma üslubu vardır.
Çorlu Kalesi, Hora
Feneri ve Tekirdağ Şehitler Abidesi’ni görmeden buradan ayrılmak istemedi. O
günü böylece akşam etmişti. Karavanı emniyetli bir yere çekip sabah olunca
yolculuğuna devam etmek niyetinde idi.
Oradan Edirne’ye
doğru tekrar yola çıktı. Edirne’ye gelmiş iken tarihi yerlerini görmeden gitmek
olmazdı.
Edirne Kent Meydanı,
Kent Müzesi, Kent Ormanı (Söğütlük),
Saray içi Balkan Şehitliği, Edirne Kalesi Makedonya (Saat) Kulesi, Bedesten
Çarşısı, Kırkpınar Meydanı, Lozan Anıtı ve Meriç (Mecidiye) Köprüsünden de
geçip Bulgaristan sınırına doğru güzel bir yerde geceyi dinlenmek istiyordu.
Güvenli bir yer buldu ve sabah olunca Gelibolu’ya geçmeyi düşündü.
Sabah oldu ve yola
çıkan delikanlı biraz ileri de yolun kenarında yavru bir köpek duruyordu. Ya
kaybolmuştu yâda terk edilmiş sevimli bir yavruydu. Sanki susuz ve aç kalmış
bir hali vardı.
Neden yavru iken
böyle hayvanları alıp sonra hevesini alınca sokağa atıyorlar. Bu hayvanlar
hediyelik eşya gibi görülmesin. Ağzı var dili yok, konuşup derdini nasıl
anlatsın?
Delikanlı sevimli
köpek yavrusunu karavanına alıp biraz su ve yemek verdi. Onun için kutuda yer
yaptı ve uyumaya başladı. İsmini; bu yolculukta ona arkadaşlık edeceği için
‘yoldaş’ koydu.
Öğlen olmadan
Gelibolu yarımadasına gelmişti. Muhteşem bir yerdi. Görsellikten çok manevi
duygusu etkiliyordu. Hangi yeri anlatayım sizlere nereden bahsetsem yazı
yetersiz kalır. Gidip görmeniz gerek o muhteşem yarımadayı.
Eceabat’a giderken
yol üzerinde Akbaş Şehitliği var. Eceabat’a gelince Kilit bahir Kalesi, Seyit
Onbaşı Anıtı, Seddülbahir Kalesi, Çanakkale Destanı Tanıtım Merkezi, Kanlısırt
Kitabesi, Yalnız Çam (Lone Pine) Mezarlığı Anıtı, 57. Piyade Alay Şehitliği,
Anzak Koyu, Conkbayırı’nda Atatürk’ün
saatinden vurulduğu yere ve Çanakkale Şehitler Abidesi’ne gelince donup
kalıyorsunuz. Eliniz ayağınız yokmuş gibi hissediyorsunuz. Ruhunuz bedeninizden
ayrılmış hissediyorsunuz.
O gece orada
konaklamak ve huzuru bir gece de olsa hissetmek istedi. Yoldaş (yavru köpek)
ile birlikte huzur içinde karavanda uyur iken delikanlı uyandı daha doğrusu
uyandırıldı. Garip bir ses duymaya başladı. Rüyasında gördükleri aklına geldi.
Delikanlı dışarı
doğru baktı kimse yoktu ancak usulca bir ses geliyordu. ‘ Hadi gel! Burası
yolculuğunun başka bir boyuta açılan yeri!’ Denize doğru yürüdü. Uzaktan mavi
ışık görüyordu.
Karavandaki küçük
yoldaş delikanlının yanına doğru koşuyordu. Delikanlı ‘hayır gelme geri git’
dese de yanından ayrılmıyordu.
Tekrar sesi duymaya
başladı. ‘Yavru köpeği sana biz gönderdik. Bırak gelsin!’ Yoldaşı kucağına alıp
uzaktan onlara yaklaşan mavi ışığa heyecan içinde bakıyorlardı.
Derken küçük yoldaş
delikanlının kucağından atlayıp ileriye doğru koşmaya başladı ve kayboldu
gözünden. Şaşkınlık içinde ne olduğunu anlayamadı.
Sesi tekrar duydu. ‘5
adım ileriye gel korkma!’
Delikanlı sordu. 'Neden 5 adım? Anlamı
nedir?'
Ses cevap verdi.
‘Ruhen, zihnen, bedenen, zaman ve mekân kavramlarını aşmak demek!’
Delikanlı attığı her
adımda ‘ruhum, zihnim, bedenim, zaman ve mekânla’ dedi ve rüyasında gördüğü
yere gelmişti. (unuttuysanız yukarıda o bölümü tekrar okuyun)
……………………………………………………………………………………….......
Yalnız Adam’ın bir
sonra ki yazısında buluşmak, görüşmek üzere şimdilik hoşçakalın, sağlıcakla
kalın…