Bu dünya da her
insanın ve her canlının ve hatta cansız varlıkların bile bir görevi olduğunu
hiç düşündünüz mü?
Kimisi bu hayatta sadece var olurlar. Kimisi de varlığıyla anlam katarlar. Kimileri de parazit gibi yaşarlar.Nedense parazit gibi yaşayanların keyfi yerinde olur. Her işi rast gider. Gününü dertsiz tasasız tamamlar.
Bu tip insanlar göz
önünde olur ve nedense yaptıkları yadırganmaz. Eğer bu yazdıklarıma ‘a evet gerçekten de öyle’ diyorsanız sizde maalesef o
insanlara prim veren kişiler arasındasınız. İzin vermeyin yol verin gitsin.
Şimdi diyeceksiniz
ki! En yakının, arkadaşın, dostun ve hatta kanından canından biri olunca ne
yapalım?Bir zaman kendi haline bırakın bakalım kendi için çabalıyor mu? Yoksa sizin yardımınıza alıştığı için öylece kalıyor mu?
Eğer çabalıyorsa kendi başının çaresine bakabilecek durumda ve sizin yardımınıza her zaman ihtiyacı yok.
Eğer çabalamıyorsa bu durumun sorumlusu sizsiniz. Çünkü kendi çabasının ne demek olduğunu öğretmediniz.
Şimdi neden bunları
yazdığımı belki merak ediyorsunuzdur.
Açıklayayım;
insanoğlu doğunca önce annesine sonra babasına
muhtaç olur. Biraz büyüyünce en yakın arkadaşı kardeşine
ihtiyaç duyar. Biraz daha büyüyünce okulda öğretmene ve
kendine yakın gördüğü arkadaşlarına ihtiyaç duyar. Gençlik çağlarınca kendine
en yakın hissettiği özel duygular içinde olduğu hayat
eşine ihtiyaç duyar. Evlenince çocuğu olsun ister ve çocuklarını korumak ve onların iyi olması için güçlü olmaya ihtiyaç duyar. Biraz yaşlanınca
çocuklarının kendisine bakmasına ihtiyaç duyar. Ve nihayet son denilen aslında
yeni bir başlangıç olan bir âleme geçiş olur. İnsanlar bu durumu çok farklı
algılar. Bazıları o kadar korkar ki tahmin bile edemezsiniz.
Kimisi de hiç kimseye
ihtiyaç duymaz. Daha doğrusu kendi kendine yetinmeyi, korumayı ve korkmamayı
öğretmiştir.
İşte benim görevim
sizlere o korkunun yersiz olduğunu ve daha sonra da kimseye ihtiyaç duymadan
nasıl yaşamınıza devam edebilirsiniz bunları mümkün olduğunca anlatmaya
çalışacağım.Şimdi diyeceksiniz ki! Nereden biliyorsun bunların nasıl olduğunu?
Sizlere cevabım;
öncelikle araştırıyorum, ruhumda hissediyorum, zihnimde canlandırıyorum,
kalbimin en derin yerinde damıtarak, sevgimi de katıp nacizane ellerimle
yazıyorum.
Kendim bir şeyler
öğrendikçe öğretmeyi çok seviyorum.
Hikâyemize devam
edecek olursak…
……………………………………………………………………………………….......
Delikanlı küçük yol
arkadaşına Yoldaş demişti. Ve en son Çanakkale
Şehitler Anıtı’nın bulunduğu o manevi huzurun yaşandığı yerde idiler. (şu an
yazarken bile içimin ürperdiğini bilmenizi isterim)
Denizin içinden gelen
mavi ışık ve sese doğru yürümüşlerdi. Yoldaş delikanlının kucağından atlayıp 5
adım sonra kaybolmuştu. Ve delikanlıda 5 adımın sırrını öğrenmişti.
‘Delikanlı attığı her
adımda ‘ruhum, zihnim, bedenim, zaman ve mekânla’ dedi
ve rüyasında gördüğü yere gelmişti.‘ diye yazmıştım ve bakalım neler olacak hep
birlikte bakalım.
Öyle bir yere geçti
ki! Delikanlı çevrede sadece kuş, börtü böcek sesleri ve hafiften rüzgârın
yüzüne vurduğunu hissediyordu. Kendi kendine konuşmaya başladı.
‘Burası rüyamda gördüğümden de güzel acaba gerçek mi? Rüyada
mıyım yine?’
‘Aynı anda hem gündüz hem gece!’
‘Gökyüzü muhteşem bir renkte‘
‘Elimi uzatsam yıldızlar avucumun içinde’‘Durmadan yürümek istiyorum gündüz gece!’
‘Güneş sağımda Ay solumda!’
‘Bir patika yol var önüm sıra,’
‘Ayaklarımın altında elmas, yakut, zümrüt, altın ve
pırlanta’
‘Ne kadar değersiz olduklarını anladım bu yolda!’‘Yüce karlı dağlar arasındayım ileride uçsuz bucaksız bir derya!’
‘Her yanım gül bahçesi, mor menekşe ve karanfiller lakin
kıyamıyorum koklamaya!’
diye söyleniyor kendi
kendine delikanlı.
Böyle yerde düşün
kendini neler hissedersin? Aklından neler geçer o an sence?
Delikanlı adeta
huzuru damarlarında ki kanında hissediyordu.
Kılık kıyafeti de
değişmişti. Sade ve açık renkli bir elbise olduğunu gördü. Denize doğru
yürümeye devam etti.
Kendisini buraya
çağıran sesi tekrar duymaya başladı.
‘Bizimle yolculuğa başlıyorsun! Gemi seni bize ulaştıracak. ’
‘Neredeyim? Kimsiniz? Nereye gidiyorum?’ ‘Herkesin göremeyeceği ve olamayacağı bir yerdesin. Öğreneceksin!’
‘Gemi çok uzakta ve fırtına içinde, oraya nasıl ulaşacağım?’
dedi
Denizin olduğu yerden
gökyüzüne yükselen ve delikanlıya doğru gelen fakat normalden kat kat büyük
olan Yusufçuk geldi.
Sağında 2 solunda 2
toplam 4 tane kanatları vardı. Mavi renkte kanatları ve rengârenk desenli
bedeni o kadar muhteşem ki görmeniz gerek.
Rüyasında geminin
üzerinde gördüğü figürlerden birisinin Yusufçuk olduğunu hatırladı. Yusufçuk tam karşısında durdu ve delikanlı önce korktu fakat sonra korkulmayacak bir durum olduğunu anladı.
Yukarı doğru
havalandı ve çevik bir şekilde uçuyordu. (Helikopterin bu canlıdan esinlenerek
yapıldığını biliyor muydun?)
Delikanlı uçmanın ne
kadar güzel olduğunu hissediyordu. Özgürlüğün insana verdiği o haz ruhunda ve
damalarında ki kanında geziyordu.
Sahil kenarına
gelince Yusufçuk delikanlıyı yere inmesi için kondu ve denizden bir sandal
geliyordu. Ancak eli yüzü görünmeyen mavi ışık yansıması olan biri vardı. Tıpkı
rüyasında gördüğü gibiydi.
Yusufçuğa teşekkür
etmek için başına dokundu ve ‘umarım tekrar görüşürüz’
dedi.
Sandala kıyıya
gelmişti. Delikanlı artık korkmuyordu. ‘Merhaba’
dedi ve sandal kendi kendine suda ilerlemeye başladı. Sandal da bulunan ve
görünmeyen mavi ışık yansıması da delikanlıya ‘Merhaba’
dedi.
Durgun yeri geçip
dalgalı yere gelmişlerdi ve gemiye biraz daha yaklaşmıştı. Küçücük sandal o
dalgalar karşısında nasıl batmıyordu delikanlı bu durumu şaşkınlık içinde
yaşıyordu.Derken sandal gemiye çok yaklaştı ve delikanlı yukarıya nasıl çıkacağını düşüyordu. Sandalda ki ‘Merak etme seni alacaklar şimdi’ dedi ve geminin alt bölümünden küçük bir kapı açıldı.
Sandalda ki kişiye ‘teşekkür ederim’ dedi ve o kişi de delikanlıya kuş
figürü olan bir broş verdi ‘kuşların dilini anlayıp
konuşabileceksin’ dedi ve gözden kayboldu.
Delikanlı o kapıdan
eğilerek geçti. Gemiye binmişti ancak içerisi o kadar farklı görünüyordu ki!
İçeri de çeşitli kuş
türleri vardı ve o kadar güzel ve uyum içinde idiler ki! Delikanlı şaşkınlığını
gizleyemedi.
Uçan karınca, arı,
yusufçuk ve birçok türde küçük büyük hepsi birbiriyle organize olmuş gemide
yolculuk yapıyorlardı.
Delikanlı ‘Merhaba’ dedi ve beyaz bir güvercin ‘Merhaba’ dedi.
Delikanlı ‘Söylediklerimi anlıyorsun’ dedi gülümseyerek
Güvercin ‘Evet sende beni anlıyorsun’ dedi ve konuşmaya devam
etti.
‘Şahmeran’ın yaşadığı ve insanoğlunun bilmediği yere gidiyorsun
ve seni bekliyor’
Delikanlının
gözlerinde ki ifade aynen şöyle idi; göz bebekleri büyüdü ve kaşlarından birini
yukarı çattı.
Konuşmak istedi ancak
beyaz güvercin devam etti.
‘O sana her şeyi açıklayacak emin ol!’
Geminin içerisi
dışarıyla alakası yoktu. Sanki kamuflaj olmak için yapılmıştı.
Güvercin, delikanlıyı
geminin kaptanı ile tanıştırmak için yukarıya çağırdı. Ve sizce hangi hayvan
olabilir?
Denizci kuşu olarak
bilinen Kral Albatros geminin kaptanıdır.
Denize hâkim ve uzun mesafe konusunda deneyimlidir.
Delikanlı geminin
kaptanı Kral Albatros ’un yanına gelince ‘Merhaba’ der. Kaptanda ‘Merhaba’
der. Ve kaptan devam eder konuşmaya
‘Şaşkın olduğunu biliyorum. Şahmeran’ı görünce daha da
şaşıracaksın!
Delikanlı ‘Neden? Nasıl görünüyor ki?’
Kral Albatros ‘Görünce anlarsın!’
Delikanlı ‘Ne kadar zamanda gideriz?’
Kral Albatros ‘Burada zaman ölçümü yoktur. Oraya gelince karşımıza
çıkar!’
Deniz artık
durulmuştur. Delikanlı dışarıya bakar ve o kadar güzel bir manzara görür ki
sanki cennet mekânı.
Yüzen bir ada ve
çevresinde ki sis adeta gizemli halini saklıyor. Sisin içinden geçtiler. Deniz
o kadar berrak ki sanki yok gibi, Üstünde uçuşan kartallar gözcü görevi
yapıyorlar. Hiç görmediği türleri de gören delikanlı burası gerçek mi? diye
kendine sordu.
Kral Albatros ‘İşte geldik ve seni birazdan karşılamaya gelirler’
Delikanlı ‘Kaptan seninle yolculuğum bitti anlaşılan!’
Kral Albatros ‘Benim görevim seni buraya ulaştırmaktı!’
Delikanlı ‘Anladım. Umarım tekrar görüşürüz. Her şey için teşekkür
ederim.’
Kral Albatros ‘Sen daha yolun başındasın! Sağlıcakla kal!’
Delikanlı ‘Sende sağlıcakla hoşçakal Kaptan’
Gemi tekrar denize
doğru yöneldi ve ufukta kayboldu. Adanın kendine has kokusu ve sesleri vardı.
Değişik türlerde canlılar, ağaçlar ve meyveleri vardı.
Sağa sola bakınırken
üzerinde bir gölge oldu ve kendisine doğru gelen fakat daha önce hiç görmediği
bir canlı yaklaşıyordu. Hafif geriye doğru yaslanır gibi omuzlarını geriye
attı. Öyle bir canlı ki tam anlamıyla görünüşü şöyleydi.
Kocaman iki kanadı ve
her kanadında ayrı renkler, ayrı bir güzellik, gören bir daha bakar ve gözünü
alamaz. Her kanadından ayrı melodi sesi duyulur ve duyan kulaklarına inanamaz.
Gücünü gerçek saflıktan alan, zarafeti, sadakati ve hakkaniyeti temsil eden bu
kuş efsanevi Zümrüdü Anka (simurg) kuşudur.
Delikanlının
karşısına kondu ve seslendi.Zümrüdü Anka ‘ Merhaba! Ey Âdemoğlu ben senin rehberinim, buraya niçin geldiğini ve getirildiğini biliyor musun?’
Delikanlı ‘Merhaba! Kendi iç dünyamda yolculuğa çıkıp sorularıma cevap
bulmak istiyorum.’
Zümrüdü Anka ‘Söylediklerin kendi sebeplerin ve senin gelme niyetin.
Bundan sonra neler olacağını biliyor musun?’
Delikanlı ‘Yardımcı ol lütfen ve zihnimde ki soruların cevaplarına
ulaşmak istiyorum. Sonrasını bilemiyorum.’
Zümrüdü Anka ‘Gideceğin yerlere gitmeni sağlayacağım. Meranların Şahı
olan Şahmeran’ın huzuruna çıkacaksın!’
Delikanlı ‘Peki şimdi ne yapmalıyım? Şahmeran’a nasıl gideceğim?’
Zümrüdü Anka ‘Biraz sonra olacaklardan sakın endişe etme!’ dedi
ve olduğu yerde ateşler yanmaya başladı ve kor haline geldi. Biraz sonra yerde
Zümrüdü Anka şeklinde zümrüt renginde bir yüzük oluştu.
Delikanlı yüzüğü sağ
eline aldı ve sihirli bir şekilde parmağına kendiliğinden takıldı. Delikanlının
bedeninde değişimler oldu. Ve kendisi Zümrüdü Anka kuşu şekline dönüştü.
Sonra bir ses
duyuldu. ‘Ey Âdemoğlu! Kanatların biliyor yolu!’
Delikanlı yani
Zümrüdü Anka kuşu biçiminde ki haliyle kanatlarının çıkardığı melodisiyle
kendine özgü sesiyle gökyüzüne sesin duyulduğu yöne doğru
yükseldi…
……………………………………………………………………………………….......
Yalnız Adam’ın bir
sonra ki yazısında buluşmak, görüşmek üzere şimdilik hoşçakalın, sağlıcakla
kalın…