24 Temmuz 2018 Salı

Güvercin ile Kelebek (Masum Sevda)

Merhabalar.

Sizlere hikâye gibi gelebilir ancak yaşanmış ve yarım kalmış bir sevdayı anlatacağım. Ayrıca bu yazımda yazdıklarımın bir kısmını kendim yaşadım. Ve yazarken gözyaşları içinde yazıyorum. Sizlere abartı gibi gelebilir.‘ Ben Sizin Bildiğiniz Erkeklerden Değilim’ diye yazmak istiyorum ve hikâyemi okumadan önce uyarıyorum. Çünkü okuyunca anlayacaksınız. Hatta okurken ağlayabilirsiniz! Ve bu gerçek mi diye sorabilirsiniz.

Diğerleri gibi mutlu son ile bitip bitmeyeceğini bilmiyorum. Çünkü yarım kalan bir sevda…


…………………………………………………………………………………………..

Zamanın bir bölümünde bir yerde biri yaşarmış. Yaşarmış dediğime bakmayın aslında yaşamaya çalışan biriymiş. İnsanlara olan sevgisi umudu ve güveni hep yıpranmış ancak her seferinde kendi kendinin doktoru olup bir şekilde yaralı bir halde yaşamaya devam edermiş.

Ailesi ve sevdikleri ile kendi halinde sıradan bir hayat yaşıyormuş. Sevenleri sadece ailesi (Annesi, Babası, Ablası, Kardeşi) ve ailesine sonradan katılan ikiz yeğenleri (kızım diye hitap ederek severmiş) ve akrabaları varmış.

Eğitimi iyi bir derece ile tamamlayıp iş hayatına başlamak istediğinde sadece istemenin yeterli olmadığını anlamış. Çünkü iş bulmanın öyle kolay olmadığını acı bir şekilde sabırla öğrenmiş.

Birçok işlerde (bahçıvan, şoför, çağrı merkezi ve lojistik alanında) çalışmış ancak aradığı huzuru ve mutluluğu bulamamış. İyi bir iş değil severek yapacağı ve insanlara faydası olacak bir çalışma hayatı istiyormuş.

Derken sonunda eğitim alanında insanlara faydası olacak bir işe başlamış. Her şey yolunda gidiyormuş. Yıllar geçmiş ve kendisinde bir şeylerin eksik olduğunu hissederek günlerini yaşamaya başlamış. Bu his o kadar yoğunlaşmış ki kalbinin içi sızlamış ve anlamış ki ‘Eş Ruhunu’ bulamadığı için bu his bütün benliğini sarmış.

Ve kendi kendine şöyle demiş ‘Allah’ım bu hissi bana hissettirdiğine göre bir anlamı vardır elbet.’

Günler günleri aylar ayları kovalar olmuş derken bir ilkbahar günü akşamı eğitim verirken bir genç kız gelir ve birbirlerinden habersiz şekilde ‘Merhaba’ derler.

İlerleyen günlerde derse gelirken genç kız börek yapmıştır ve çikolatalı börekten ikram eder. Delikanlı ile arasında tatlı bir diyalog geçer. Birbirlerini evli zannetmişlerdir. Ve evli olmadıklarını öğrenmişlerdir.

Sonra dersler devam eder iken konuşmaya başlarlar. Genç kız ders bitiminde günün (25 Nisan) öğle (14:45 – 15:45) saatlerinde ‘Size bir kahve ısmarlayabilir miyim’ der teklifini kabul eder ve güzel bir sohbet ortamında vakit geçer. Sanki birbirlerini uzun zamandır tanıyormuş gibi olurlar.

Ertesi sabah güzel bir yerden (şehrin stresinden uzak yeşillikler içinden) Günaydın mesajı ile bir adım atmaya karar verir. İçinde heyecanlı bir kıpırtı olur ve mesajlaşma devam eder.

Ancak bir durum vardır ki! Genç kızın aklında biri var ve bundan habersiz olan delikanlı bu durumu öğrenince üzülür ve genç kıza sorar. Genç kız evet der. Delikanlı üzüldüğünü hissettirmek istemez. Çünkü genç kız ile konuştukça kendisini daha iyi hissetmektedir.

Dersler artık bir bahane olmuştur birbirlerini görmek için. Delikanlı derse değil de genç kızı göreceği için her gün sabahları bir başka uyanmaktadır.

Ancak günler geçtikçe delikanlı bağlanmaya başlar ve kendisine de şunu sormaktadır. ‘Böyle olmaz görüşmemiz doğru değil’ derse diye aklını ve kalbini yoran bir soru işareti oluşmaktadır.

Bir yandan da kendini alamamaktadır. Çünkü her geçen gün sevgisi büyümektedir. Büyüdükçe büyür ve artık içi içine sığmaz olur.

Delikanlının evine yakın bir yerde bir gül bahçesi vardır. Ve orada kırmızı, sarı ve turuncu güller bulunmaktadır. Güllerin bazıları açmış bazıları ise tomurcuk olarak gonca güller halindedir.

Delikanlı bir sabah o bahçeye girer ve en güzel en kırmızı veya en pembe renkli olan gonca bir gül almak ister. Henüz açmamış kırmızı gonca bir gül gözüne takılır ve alırken eline dikenleri batar. Ancak dikenin battığını hissetmez. Çünkü kırmızı gülün güzelliğinin tesirinde (Sevgi tüm acıların ilacıdır) iken acısını hissetmez.

Sevdiği kızın eline diken batıp canı acımasın diye bütün dikenlerini temizler ve öyle vermek ister.

Ancak genç kız sabah uyuduğu için uyandırmaya kıyamaz ve uyanmasını bekler. Kapısına gider ve elinde kırmızı gonca gül ile beklemeye başlar. Genç kız uyanınca mesaj yazar ve delikanlı der ki ‘Şu an kapında bekliyorum ve sana vermek istediğim küçük bir hediyem var.’ Genç kız hem şaşırır hem de mutlu olur.

Hemen aşağıya kapıya iner ve delikanlıya der ki ‘Senin burada ne işin var?’

Delikanlı bu soruya cevabını sözlü olarak değil de elinde ki kırmızı gonca gülü vererek (heyecandan elleri titrer) cevap verir.

Genç kız bir an öylece kalır yüzünde şaşkınlık ve mutluluk aynı anda okunur. Gülünü alır ve evine çıkar. Delikanlı da işe doğru mutlu bir halde gider.

Sonra ki günlerde hemen hemen her sabah kırmızı veya pembe gonca güller ile kapısına gelir.

Hatta bir sabah erken gelir genç kızın kapısına ve uyandırmaya kıyamadığı için kapısına gonca gülü bırakır. Ve genç kıza şu mesajı (Sinan Özen’in şarkısından bir cümleyi) yazar. ‘Kapına kırmızı bir gül bıraktım’

Genç kız sabah uyandığında mesajı görür ve heyecanla kapısına gider ve kırmızı gonca gülünü kimseye görünmeden heyecanla ve mutluluk içinde alır.

Ve delikanlıya şu mesajı yazar. ‘Sen delisin ve mesajını görünce gerçekten uyandım.’

Delikanlı bu mesaj karşısında ki mutluluğunu tarif etmekte zorlansa da genç kızın mutlu olduğunu bildiği için mutluluğu kat kat artmaktadır.

Hatta bir gün derste iken diğer kişiye görünmeden ve göstermeden şarkı (Fikrimin İnce Gülü) eşliğinde kırmızı gonca bir gül takdim eder ve genç kız bunu hiç beklemediği bir anda olduğu için hem çok şaşırır hem de çok mutlu olur.

Her fırsatta genç kızı görmek için bahaneler aramaktadır. Yolunu genç kızın evinin oradan geçirmektedir. Sesini duymak yüzünü görmek isteği o kadar çok yoğun bir hale gelmiştir ki kendine ifade etmekten çekinse bile içinden geçen ve hissettiği aynen şudur.

‘Onsuz nefes almakta zorlanıyorum. Onsuz yaşamayı aklımdan bile geçiremiyorum. Yüzünü görmek sesini duymak istiyorum. Hem de her sabah her akşam her an bunu istiyorum. Bu duygularımı söylemek istiyorum haykırmak istiyorum. Ancak şu an yapmam ne kadar doğru bilmiyorum? Fakat duygularıma da engel olamıyorum’

Delikanlı bir gün kafasına koyar ve genç kızın çalıştığı yeri öğrenir ve gitmeye karar verir. Ve bir hafta sonu günlerden cumartesi akşama (19:00) doğru genç kızı görmeye yola çıkar.

Genç kıza mesaj yazar ve Boğaziçi köprüsünden geçerken fotoğraf gönderir ve ‘senin için sana geliyorum.’

Genç kız bu durum karşısında ‘Ne işin var burada neden geliyorsun? Yorgunsun zaten buraya gelip yorulma. Ayrıca sen buraya uçarak gelir iken O (önceden görüştüğü) kişi hiç gelmedi

Delikanlı bu mesaj karşısında üzülse de üzüntüsünü gizler ve der ki ‘Seni görmek bana çok iyi geliyor ve yorgunluğumu alıyorsun’

Genç kızın çalıştığı yere gelir ve büyük bir heyecanla Onu görür. Kalbi yerinden çıkacak (sanki kalbi duracak) gibi olur. Önce sarılırlar ve sonra birbirlerinin gözlerine bakarlar.

Genç kız ‘Senin burada ne işin var? Sen delisin? Bunca yolu niye geldin?’ diye delikanlıya söylenir.

Delikanlı ise bu soruya ‘Eve doğru gidiyordum bir baktım buradayım. Ben hep buradan giderim eve giderken’ diye

Genç kız yüzünde gülümse ile delikanlıya bakar, delikanlı da genç kıza gözüyle değil tüm kalbiyle bakar.

Ve genç kızın iş saati bitiminde beraber yola çıkarlar. Delikanlı genç kızı evinin yakınına kadar gelir (babası duraktan kızını almaya gelir) ve sonra da kendi evine doğru gider. Evine giderken bastığı yer sanki yeryüzü değil gökyüzüydü, bulutların üstünde gidiyordu içi huzur doluydu ve nefesinde oksijen değil sevgi aşk duygusu vardı.

Genç kızı düşünüyordu her an. Sabah uyandığında güzel mesajlar yazmadan güne başlayamıyordu. Gün içinde Onu görmek için sebepler arıyordu. Gece olunca da genç kıza güzel mesajlar yazmadan uyuyamıyordu. Hatta rüyalarında bile genç kızı hissediyordu ve özlüyordu.

Böylece günler günleri kovaladı. Genç kız ve delikanlı birbirine bağlanmaya başladı. Bu bağı kimse göremez ve hissedemezdi. Artık konuşmaya ihtiyaçları yoktu.

Delikanlı duygularını anlatmak için şiirler (isminin baş harfleri olan bir şiir) yazmaya başladı. En güzel şarkılar ile bu duygusunu genç kıza ifade etmeye başladı. Anlattıkça anlatıyor yazdıkça yazıyordu. Kelimeler ve şarkılar bir yerde tıkanıyordu artık.

Çünkü bu duyguların yoğunluğunu Gül ile Şiir ile ve Şarkı ile ifade etmek mümkün olmuyordu.

Delikanlı her gece sabaha karşı kendiliğinden uyanıp genç kıza ‘Rahat uyuyor musun? Elin boynun veya kolun ağrıyor mu?’ diye soruyordu. Çünkü hissediyordu tüm kalbiyle.

Hatta gecenin sonu sabahın başlangıç saati olan şafak vaktinde (04:00 – 05:00) kendisinden çok genç kız için dua ediyordu.

‘Allah’ım bizi kavuştur ve ayırma’ diye yalvarıyordu ve tüm benliğiyle istiyordu.

Delikanlı şunu anladı ki ‘Ruhen, kalben, zihnen ve bedenen kendi bütünlüğüyle farklı bir boyutta olduğunu ve Onsuz olamayacağını benliğinde hissediyordu.

Ancak bir durum vardı ki hem delikanlıyı hem de genç kızı engelliyordu ve mutsuz ediyordu. Aralarında camdan bir duvar vardı sanki. Aşk engel tanır mı? Engelleri aşmak için Aşkın gücü yeter mi?

Delikanlı genç kıza bir nefesten daha yakındı. Genç kız kendi iç dünyasında mutluydu ancak ve maalesef ki delikanlıyı tanımadan önce biriyle görüşmekteydi.

Genç kız bu kişiyle mutlu olmadığını biliyordu ve hissediyordu. Ancak ayrılamıyordu. Bu durum bizim delikanlıyı çok üzüyordu ve kahrediyordu.

Günlerden bir gün Perşembe gecesi idi. Delikanlı ile genç kız arasında bulunan o kişi ikisinin arasında ki görünmeyen bağa zarar veriyordu. Ve bu durumdan en çok etkilenen delikanlı idi.

Cuma sabaha karşı (05:00 – 06:00) yoğun duygular ile içinde ki bütün duygularını hisselerini yazmaya başladı. Öyle bir yazmaya başladı ki gelecek hayallerini umutlarını ve Onsuz olamayacağını yazdı.

Sabah saati olmuştu. Genç kız işe gitmek için 07:30 da uyandığında mesajları okudu ve endişe etmeye başladı ve delikanlıya ulaşamıyordu. Çünkü delikanlı …

Kalbinde ki sevgi ve hissettiği acının etkisiyle bir rahatsızlık yaşıyordu. Kalbinin ritmi bozulmaya başlamıştı kendini iyi hissetmiyordu ve birden kendinden geçti ve bayılmıştı. Sıradan bir bayılma değildi. Onun (genç kız) için çırpınan kalbi daha fazla dayanamıyordu artık ve kısa bir süre olsa da durmuştu.

Bu arada her şeyden habersiz genç kız endişe panik üzüntü içinde delikanlıya ulaşmaya çalışıyordu. Ancak telefonunu açmadığı için ne yapacağını bilmiyordu.

Zamanın her saniyesi çok kıymetliydi ve birbirlerini bir daha göremeyebilirlerdi.

Delikanlı kendine gelemiyordu genç kız ise delikanlıya ulaşamıyordu.

Derken delikanlının telefonu cevap verir genç kız delikanlıya ulaştığını sanmakta ancak telefonda ki O değildir.

Delikanlı hastahaneye kaldırılmıştır ve kritik durumu için doktor elinden geleni yapmıştır.

Delikanlıyı hayatta tutan tek duygu ve mucize ‘Genç kıza olan masum sevdası’

Genç kız işe gitmeden delikanlıyı görmek ve yanına gelmek için işyerinden izin alır ve delikanlıyı görmek isteğiyle yanına koşarak kan ter içinde gelir.

Kendine yeni gelen delikanlı genç kızı görünce kendini daha iyi hisseder. O an hem çok mutlu olur hem de genç kızın o halini görünce üzülür.

İkisi de anlar ki birbirlerinden kopamazlar. Sevginin görünmeyen güçlü bağı ikisini de sarmıştır. İsteseler de ayrılmazlar.

O günden sonra genç kız delikanlıya daha bir düşkün olur. Delikanlı da kendine daha çok dikkat etmektedir. Çünkü bir daha böyle bir şey olmasını istememektedir.

Delikanlıyı üzen tek şey ‘Canından çok sevdiğini bir başkası ile düşünememektedir.’

Genç kız ise bu durumdan nasıl kurtulacağını bilememektedir. Ancak arada kalmak hem kendisini hem de Onu çok seven delikanlıyı fazlasıyla üzmektedir.

Aslında arada kalmak yerine mutlu olduğunu hissettiği bildiği yerde olmak ve Onu canından çok seven kişinin yanında olmak her şeyi çözecek ve seven sevdiği ile birlikte yaşayacak.

Fakat genç kız kendine yaşattığı korkularından dolayı doğru adımı atmakta endişe kaygı duyuyor. Peki Neden? Yoksa sevdiğinden şüphe mi ediyor? Niçin zamanı boş yere harcıyor? Mutlu olabilecek iken niçin erteliyor?

Ertelediği her gün ileri de yaşayacağı güzel günlerden bir gün eksik yaşamak demekti aslında.

Şimdi diyeceksiniz ki genç kızın önceden görüştüğü kişi hiç mi sevmiyor? Seviyordur ancak bizim delikanlı kadar Ruhen, kalben, zihnen ve tüm benliğiyle değil.

Herkes aynı sevmez ve aynı şekilde sevilmez. Kimi sevdiğini ve sevildiğini zanneder. Yaşadığı aslında bir hayranlık veya alışkanlık olmuştur.

Gerçek sevgiyi göremezsiniz ve anlatamazsınız. Aşkın göze ihtiyacı yoktur. Aşkın dile de ihtiyacı yoktur. Ruhunuz ile hissedersiniz ve kalbiniz ile görürsünüz. Beden sadece bir kalıptır.

Bunu nerden biliyorsun derseniz açıklayayım sizlere müsaadeniz ile.

Sevdiği insana sesini yükseltmek, bağırmak, kızmak ve bazen de aşırı bir tepki vermek mümkün müdür?

Seven insan sevdiği insana bağıramaz, kıyamaz, kızamaz, aklından kötü bir laf bile geçiremez.

Her an Onu düşünür. Uyandı mı? Yemeğini yedi mi? İyi mi? Yorgun mu? Canı sıkkın mı? Uykusu geldi mi? Geldiyse uykusuz kalmasın. Gece rahat uyudu mu? Uyur iken üşüdü mü? Rüyasında beni gördü mü?

Bu sorular ve düşünceler içinde olur. Bizim delikanlı bu düşünceler içinde yaşamaktadır.

Hatta yaşamak ile kalmıyor ki! Geleceğe dair güzel hayaller umutlar yeşeriyor kalbinde. Neler olduğunu öğrenmek ister misiniz’

Her sabah uyandığında sevdiğiyle uyanmak ve sıcak bir yuvanın hasreti sarıyor.

Hatta sabah uyanınca sevdiğini uyandırmak yerine Onun uykulu halini izlemek ve uyanana kadar yüzüne bakmak ne kadar güzel bir duygu olsa gerek diye düşünüyor.

Aralarına kimsenin girmesini istemiyor. Girecekse küçük kızı veya oğlunun varlığı olsun istiyor.

Sabahları küçük kızı veya oğlu hatta ikisi birden yanlarına gelip o minik tatlı sesleriyle ‘anne baba biz acıktık hadi kalkın’ diye bağrışmaları gülüşleri kahkahaları sarsın evin herbir yanını …

İnsan ömrünün ne kadar olduğunu bilmediği için her anını güzel ve anlamlı yaşamalı. Her günü bayram heyecanıyla yaşamalı. Keşke dememeli. Niye yapmadım diye düşünmemeli. Pişman olmamalı.

İnsanoğlu hiçbir şeyin sahibi değildir. Sadece bu dünya da geçici bir misafir.

Yaşadığımız ev, kullandığımız eşyalar bile bize ait değil. Hatta dünya ya gelmesine vesile olduğunuz çocuk bile size ait değil. Bedenimizin yaşaması için aldığımız nefes bile kalıcı değil iken neyin sahibi olduğumuzu düşünüyoruz. Sorarım sizlere.

Neyse devam edelim yazıya dönelim…

Delikanlı kendi dünyasında hayaller kurup mutlu bir yaşam düşler iken her şey güllük gülistan değil bu hayatta.

Genç kız delikanlı için bir ifade kullanır olmuş. Bu ifadenin sebebi ise delikanlı genç kızı görmek için koşarak değil adata uçarak geldiği için ‘Beyaz Güvercin’ diye hitap edermiş.

Delikanlı ise genç kız için o kadar çok ifade ve hitaplarda bulunuyormuş ki hangisi yazsa bir diğerini de yazmak istiyormuş. Bütün güzel ifadeleri söyledikçe yenilerini yazmak söylemek istiyormuş.

Genç kızın narin, hassas yapısı için ve Onu kırmaktan üzmekten çekindiği için ve gitmesinden korktuğu için ‘Kelebek’ ifadesi genç kızın bir mesajında kendisi yazdığı için seçmiş.

Delikanlı genç kızın ‘Beyaz Güvercini’ genç kız ise delikanlının ‘Kelebeği’ olmuştur.

Hikâyeme artık genç kız yerine ‘Kelebek’ ve delikanlı yerine de ‘Beyaz Güvercin’ yazacağım.

………………………………………………………………………………………………..

‘Güvercin ile Kelebek’ hikaye gibi okusanız da gerçek yaşananların ilk bölümünü ‘Masum Sevda’ yı okudunuz.

İkinci bölümde buluşmak ümidiyle ….

Sağlık, sıhhat dolu ve başarılı bir hayat yaşamınız dileğiyle sevgi ve saygılarımla hoşçakalın…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ölmeden Önce Ölmek!

  Merhabalar. Uzun bir zaman oldu yazmayalı ve yayınlamayalı… 2020 yılı itibariyle yaşamımızda yeni durumlar oldu ve yaşandı. Kimi az et...