Sizlere hikâye gibi gelebilir
ancak yaşanmış ve yarım kalmış bir sevdayı anlatacağım. Ayrıca bu yazımda
yazdıklarımın bir kısmını kendim yaşadım. Ve yazarken gözyaşları içinde
yazıyorum. Sizlere abartı gibi gelebilir.‘ Ben Sizin Bildiğiniz Erkeklerden Değilim’
diye yazmak istiyorum ve hikâyemi okumadan önce uyarıyorum. Çünkü okuyunca
anlayacaksınız. Hatta okurken ağlayabilirsiniz! Ve bu gerçek mi diye
sorabilirsiniz.
Diğerleri gibi mutlu son ile bitip
bitmeyeceğini bilmiyorum. Çünkü yarım kalan bir sevda…
…………………………………………………………………………………………..
Zamanın bir bölümünde bir yerde
biri yaşarmış. Yaşarmış dediğime bakmayın aslında yaşamaya çalışan biriymiş.
İnsanlara olan sevgisi umudu ve güveni hep yıpranmış ancak her seferinde kendi
kendinin doktoru olup bir şekilde yaralı bir halde yaşamaya devam edermiş.
Ailesi ve sevdikleri ile kendi
halinde sıradan bir hayat yaşıyormuş. Sevenleri sadece ailesi (Annesi, Babası,
Ablası, Kardeşi) ve ailesine sonradan katılan ikiz yeğenleri (kızım diye hitap
ederek severmiş) ve akrabaları varmış.
Eğitimi iyi bir derece ile
tamamlayıp iş hayatına başlamak istediğinde sadece istemenin yeterli olmadığını
anlamış. Çünkü iş bulmanın öyle kolay olmadığını acı bir şekilde sabırla
öğrenmiş.
Birçok işlerde (bahçıvan, şoför,
çağrı merkezi ve lojistik alanında) çalışmış ancak aradığı huzuru ve mutluluğu
bulamamış. İyi bir iş değil severek yapacağı ve insanlara faydası olacak bir
çalışma hayatı istiyormuş.
Derken sonunda eğitim alanında
insanlara faydası olacak bir işe başlamış. Her şey yolunda gidiyormuş. Yıllar
geçmiş ve kendisinde bir şeylerin eksik olduğunu hissederek günlerini yaşamaya
başlamış. Bu his o kadar yoğunlaşmış ki kalbinin içi sızlamış ve anlamış ki ‘Eş
Ruhunu’ bulamadığı için bu his bütün benliğini sarmış.
Ve kendi kendine şöyle demiş ‘Allah’ım
bu hissi bana hissettirdiğine göre bir anlamı vardır elbet.’
Günler günleri aylar ayları
kovalar olmuş derken bir ilkbahar günü akşamı eğitim verirken bir genç kız gelir
ve birbirlerinden habersiz şekilde ‘Merhaba’ derler.
İlerleyen
günlerde derse gelirken genç kız börek
yapmıştır ve çikolatalı börekten ikram eder. Delikanlı ile arasında tatlı bir
diyalog geçer. Birbirlerini evli zannetmişlerdir. Ve evli olmadıklarını öğrenmişlerdir.
Sonra dersler devam eder iken konuşmaya
başlarlar. Genç kız ders bitiminde günün (25 Nisan) öğle (14:45 – 15:45)
saatlerinde ‘Size bir kahve ısmarlayabilir miyim’ der teklifini kabul eder ve
güzel bir sohbet ortamında vakit geçer. Sanki birbirlerini uzun zamandır
tanıyormuş gibi olurlar.
Ertesi sabah güzel bir yerden (şehrin stresinden uzak yeşillikler içinden) Günaydın mesajı ile bir adım atmaya karar verir. İçinde heyecanlı
bir kıpırtı olur ve mesajlaşma devam eder.
Ancak bir durum vardır ki! Genç
kızın aklında biri var ve bundan habersiz olan delikanlı bu durumu öğrenince
üzülür ve genç kıza sorar. Genç kız evet der. Delikanlı üzüldüğünü hissettirmek
istemez. Çünkü genç kız ile konuştukça kendisini daha iyi hissetmektedir.
Dersler artık bir bahane olmuştur
birbirlerini görmek için. Delikanlı derse değil de genç kızı göreceği için
her gün sabahları bir başka uyanmaktadır.
Ancak günler geçtikçe delikanlı
bağlanmaya başlar ve kendisine de şunu sormaktadır. ‘Böyle olmaz görüşmemiz
doğru değil’ derse diye aklını ve kalbini yoran bir soru işareti oluşmaktadır.
Bir yandan da kendini
alamamaktadır. Çünkü her geçen gün sevgisi büyümektedir. Büyüdükçe büyür ve artık
içi içine sığmaz olur.
Delikanlının evine yakın bir yerde
bir gül bahçesi vardır. Ve orada kırmızı, sarı ve turuncu güller bulunmaktadır.
Güllerin bazıları açmış bazıları ise tomurcuk olarak gonca güller halindedir.
Delikanlı bir sabah o bahçeye
girer ve en güzel en kırmızı veya en pembe renkli olan gonca bir gül almak
ister. Henüz açmamış kırmızı gonca bir gül gözüne takılır ve alırken eline
dikenleri batar. Ancak dikenin battığını hissetmez. Çünkü kırmızı gülün
güzelliğinin tesirinde (Sevgi tüm acıların ilacıdır) iken acısını hissetmez.
Sevdiği kızın eline diken batıp
canı acımasın diye bütün dikenlerini temizler ve öyle vermek ister.
Ancak genç kız sabah uyuduğu için
uyandırmaya kıyamaz ve uyanmasını bekler. Kapısına gider ve elinde kırmızı
gonca gül ile beklemeye başlar. Genç kız uyanınca mesaj yazar ve delikanlı der
ki ‘Şu an kapında bekliyorum ve sana vermek istediğim küçük bir hediyem var.’
Genç kız hem şaşırır hem de mutlu olur.
Hemen aşağıya kapıya iner ve
delikanlıya der ki ‘Senin burada ne işin var?’
Delikanlı bu soruya cevabını sözlü
olarak değil de elinde ki kırmızı gonca gülü vererek (heyecandan elleri titrer)
cevap verir.
Genç kız bir an öylece kalır
yüzünde şaşkınlık ve mutluluk aynı anda okunur. Gülünü alır ve evine çıkar.
Delikanlı da işe doğru mutlu bir halde gider.
Sonra ki günlerde hemen hemen her
sabah kırmızı veya pembe gonca güller ile kapısına gelir.
Hatta bir sabah erken gelir genç
kızın kapısına ve uyandırmaya kıyamadığı için kapısına gonca gülü bırakır. Ve
genç kıza şu mesajı (Sinan Özen’in şarkısından bir cümleyi) yazar. ‘Kapına
kırmızı bir gül bıraktım’
Genç kız sabah uyandığında mesajı
görür ve heyecanla kapısına gider ve kırmızı gonca gülünü kimseye görünmeden
heyecanla ve mutluluk içinde alır.
Ve delikanlıya şu mesajı yazar.
‘Sen delisin ve mesajını görünce gerçekten uyandım.’
Delikanlı bu mesaj karşısında ki
mutluluğunu tarif etmekte zorlansa da genç kızın mutlu olduğunu bildiği için
mutluluğu kat kat artmaktadır.
Hatta bir gün derste iken diğer kişiye görünmeden ve göstermeden şarkı
(Fikrimin İnce Gülü) eşliğinde kırmızı gonca bir gül takdim eder ve genç kız
bunu hiç beklemediği bir anda olduğu için hem çok şaşırır hem de çok mutlu olur.
Her fırsatta genç kızı görmek için
bahaneler aramaktadır. Yolunu genç kızın evinin oradan geçirmektedir. Sesini
duymak yüzünü görmek isteği o kadar çok yoğun bir hale gelmiştir ki kendine
ifade etmekten çekinse bile içinden geçen ve hissettiği aynen şudur.
‘Onsuz nefes almakta
zorlanıyorum. Onsuz yaşamayı aklımdan bile geçiremiyorum. Yüzünü görmek sesini
duymak istiyorum. Hem de her sabah her akşam her an bunu istiyorum. Bu
duygularımı söylemek istiyorum haykırmak istiyorum. Ancak şu an yapmam ne kadar
doğru bilmiyorum? Fakat duygularıma da engel olamıyorum’
Delikanlı bir gün kafasına koyar ve
genç kızın çalıştığı yeri öğrenir ve gitmeye karar verir. Ve bir hafta sonu
günlerden cumartesi akşama (19:00) doğru genç kızı görmeye yola çıkar.
Genç kıza mesaj yazar ve Boğaziçi
köprüsünden geçerken fotoğraf gönderir ve ‘senin için sana geliyorum.’
Genç kız bu durum karşısında ‘Ne
işin var burada neden geliyorsun? Yorgunsun zaten buraya gelip yorulma.
Ayrıca sen buraya uçarak gelir iken O (önceden görüştüğü) kişi hiç gelmedi’
Delikanlı bu mesaj karşısında
üzülse de üzüntüsünü gizler ve der ki ‘Seni görmek bana çok iyi geliyor ve
yorgunluğumu alıyorsun’
Genç kızın çalıştığı yere gelir ve
büyük bir heyecanla Onu görür. Kalbi yerinden çıkacak (sanki kalbi duracak)
gibi olur. Önce sarılırlar ve sonra birbirlerinin gözlerine bakarlar.
Genç kız ‘Senin burada ne işin
var? Sen delisin? Bunca yolu niye geldin?’ diye delikanlıya söylenir.
Delikanlı ise bu soruya ‘Eve doğru
gidiyordum bir baktım buradayım. Ben hep buradan giderim eve giderken’ diye
Genç kız yüzünde gülümse ile
delikanlıya bakar, delikanlı da genç kıza gözüyle değil tüm kalbiyle bakar.
Ve genç kızın iş saati bitiminde
beraber yola çıkarlar. Delikanlı genç kızı evinin yakınına kadar gelir (babası
duraktan kızını almaya gelir) ve sonra da kendi evine doğru gider. Evine
giderken bastığı yer sanki yeryüzü değil gökyüzüydü, bulutların üstünde
gidiyordu içi huzur doluydu ve nefesinde oksijen değil sevgi aşk duygusu vardı.
Genç kızı düşünüyordu her an.
Sabah uyandığında güzel mesajlar yazmadan güne başlayamıyordu. Gün içinde Onu
görmek için sebepler arıyordu. Gece olunca da genç kıza güzel mesajlar yazmadan
uyuyamıyordu. Hatta rüyalarında bile genç kızı hissediyordu ve özlüyordu.
Böylece günler günleri kovaladı.
Genç kız ve delikanlı birbirine bağlanmaya başladı. Bu bağı kimse göremez ve
hissedemezdi. Artık konuşmaya
ihtiyaçları yoktu.
Delikanlı duygularını anlatmak
için şiirler (isminin baş harfleri
olan bir şiir) yazmaya başladı. En güzel
şarkılar ile bu duygusunu genç kıza ifade etmeye başladı. Anlattıkça anlatıyor
yazdıkça yazıyordu. Kelimeler ve şarkılar bir yerde tıkanıyordu artık.
Çünkü bu duyguların yoğunluğunu
Gül ile Şiir ile ve Şarkı ile ifade etmek mümkün olmuyordu.
Delikanlı her gece sabaha karşı
kendiliğinden uyanıp genç kıza ‘Rahat uyuyor musun? Elin boynun veya kolun
ağrıyor mu?’ diye soruyordu. Çünkü hissediyordu tüm kalbiyle.
Hatta gecenin sonu sabahın
başlangıç saati olan şafak vaktinde (04:00 – 05:00) kendisinden çok genç kız
için dua ediyordu.
‘Allah’ım bizi kavuştur ve ayırma’
diye yalvarıyordu ve tüm benliğiyle istiyordu.
Delikanlı şunu anladı ki ‘Ruhen,
kalben, zihnen ve bedenen kendi bütünlüğüyle farklı bir boyutta olduğunu ve
Onsuz olamayacağını benliğinde hissediyordu.
Ancak bir durum vardı ki hem
delikanlıyı hem de genç kızı engelliyordu ve mutsuz ediyordu. Aralarında camdan
bir duvar vardı sanki. Aşk
engel tanır mı? Engelleri aşmak için Aşkın gücü yeter mi?
Delikanlı genç kıza bir nefesten
daha yakındı. Genç kız kendi iç dünyasında mutluydu ancak ve maalesef ki
delikanlıyı tanımadan önce biriyle görüşmekteydi.
Genç kız bu kişiyle mutlu olmadığını
biliyordu ve hissediyordu. Ancak ayrılamıyordu. Bu durum bizim delikanlıyı çok
üzüyordu ve kahrediyordu.
Günlerden bir gün Perşembe
gecesi idi. Delikanlı ile genç kız arasında bulunan o kişi ikisinin arasında ki
görünmeyen bağa zarar veriyordu. Ve bu durumdan en çok etkilenen delikanlı idi.
Cuma sabaha karşı (05:00 – 06:00)
yoğun duygular ile içinde ki bütün duygularını hisselerini yazmaya başladı.
Öyle bir yazmaya başladı ki gelecek hayallerini umutlarını ve Onsuz
olamayacağını yazdı.
Sabah saati olmuştu. Genç kız işe
gitmek için 07:30 da uyandığında mesajları okudu ve endişe etmeye başladı ve
delikanlıya ulaşamıyordu. Çünkü delikanlı …
Kalbinde ki sevgi ve hissettiği
acının etkisiyle bir rahatsızlık yaşıyordu. Kalbinin ritmi bozulmaya başlamıştı
kendini iyi hissetmiyordu ve birden kendinden geçti ve bayılmıştı. Sıradan bir
bayılma değildi. Onun (genç kız) için çırpınan kalbi daha fazla dayanamıyordu
artık ve kısa bir süre olsa da durmuştu.
Bu arada her şeyden habersiz genç
kız endişe panik üzüntü içinde delikanlıya ulaşmaya çalışıyordu. Ancak
telefonunu açmadığı için ne yapacağını bilmiyordu.
Zamanın her saniyesi çok
kıymetliydi ve birbirlerini bir daha göremeyebilirlerdi.
Delikanlı kendine gelemiyordu genç
kız ise delikanlıya ulaşamıyordu.
Derken delikanlının telefonu cevap
verir genç kız delikanlıya ulaştığını sanmakta ancak telefonda ki O değildir.
Delikanlı hastahaneye
kaldırılmıştır ve kritik durumu için doktor elinden geleni yapmıştır.
Delikanlıyı hayatta tutan tek
duygu ve mucize ‘Genç kıza olan masum sevdası’
Genç kız işe gitmeden delikanlıyı
görmek ve yanına gelmek için işyerinden izin alır ve delikanlıyı görmek
isteğiyle yanına koşarak kan ter içinde gelir.
Kendine yeni gelen delikanlı genç
kızı görünce kendini daha iyi hisseder. O an hem çok mutlu olur hem de genç
kızın o halini görünce üzülür.
İkisi de anlar ki birbirlerinden
kopamazlar. Sevginin görünmeyen güçlü bağı ikisini de sarmıştır. İsteseler de
ayrılmazlar.
O günden sonra genç kız
delikanlıya daha bir düşkün olur. Delikanlı da kendine daha çok dikkat
etmektedir. Çünkü bir daha böyle bir şey olmasını istememektedir.
Delikanlıyı üzen tek şey ‘Canından
çok sevdiğini bir başkası ile düşünememektedir.’
Genç kız ise bu durumdan nasıl
kurtulacağını bilememektedir. Ancak arada kalmak hem kendisini hem de Onu çok
seven delikanlıyı fazlasıyla üzmektedir.
Aslında arada kalmak yerine mutlu
olduğunu hissettiği bildiği
yerde olmak ve Onu canından çok seven kişinin yanında olmak her şeyi çözecek ve
seven sevdiği ile birlikte yaşayacak.
Fakat
genç kız kendine yaşattığı korkularından dolayı doğru adımı atmakta endişe
kaygı duyuyor. Peki Neden? Yoksa sevdiğinden şüphe mi ediyor? Niçin zamanı boş
yere harcıyor? Mutlu olabilecek iken niçin erteliyor?
Ertelediği
her gün ileri de yaşayacağı güzel günlerden bir gün eksik yaşamak demekti
aslında.
Şimdi diyeceksiniz ki genç kızın
önceden görüştüğü kişi hiç mi sevmiyor? Seviyordur ancak bizim delikanlı kadar
Ruhen, kalben, zihnen ve tüm benliğiyle değil.
Herkes aynı sevmez ve aynı şekilde sevilmez. Kimi sevdiğini ve
sevildiğini zanneder. Yaşadığı aslında bir hayranlık veya alışkanlık olmuştur.
Gerçek
sevgiyi göremezsiniz ve anlatamazsınız. Aşkın göze ihtiyacı yoktur. Aşkın dile
de ihtiyacı yoktur. Ruhunuz ile hissedersiniz ve kalbiniz ile görürsünüz. Beden
sadece bir kalıptır.
Bunu nerden biliyorsun derseniz açıklayayım sizlere müsaadeniz ile.
Sevdiği insana sesini yükseltmek,
bağırmak, kızmak ve bazen de aşırı bir tepki vermek mümkün müdür?
Seven insan sevdiği insana
bağıramaz, kıyamaz, kızamaz, aklından kötü bir laf bile geçiremez.
Her an Onu düşünür. Uyandı mı?
Yemeğini yedi mi? İyi mi? Yorgun mu? Canı sıkkın mı? Uykusu geldi mi? Geldiyse
uykusuz kalmasın. Gece rahat uyudu mu? Uyur iken üşüdü mü? Rüyasında beni gördü
mü?
Bu sorular ve düşünceler içinde
olur. Bizim delikanlı bu düşünceler içinde yaşamaktadır.
Hatta yaşamak ile kalmıyor ki!
Geleceğe dair güzel hayaller umutlar yeşeriyor kalbinde. Neler olduğunu
öğrenmek ister misiniz’
Her sabah uyandığında sevdiğiyle
uyanmak ve sıcak bir yuvanın hasreti sarıyor.
Hatta sabah uyanınca sevdiğini
uyandırmak yerine Onun uykulu halini izlemek ve uyanana kadar yüzüne bakmak ne
kadar güzel bir duygu olsa gerek diye düşünüyor.
Aralarına kimsenin girmesini
istemiyor. Girecekse küçük kızı veya oğlunun varlığı olsun istiyor.
Sabahları küçük kızı veya oğlu
hatta ikisi birden yanlarına gelip o minik tatlı sesleriyle ‘anne baba biz
acıktık hadi kalkın’ diye bağrışmaları gülüşleri kahkahaları sarsın evin
herbir yanını …
İnsan ömrünün ne kadar olduğunu
bilmediği için her anını güzel ve anlamlı yaşamalı. Her günü bayram heyecanıyla
yaşamalı. Keşke dememeli. Niye yapmadım diye düşünmemeli. Pişman olmamalı.
İnsanoğlu hiçbir şeyin sahibi
değildir. Sadece bu dünya da geçici bir misafir.
Yaşadığımız ev, kullandığımız
eşyalar bile bize ait değil. Hatta dünya ya gelmesine vesile olduğunuz çocuk
bile size ait değil. Bedenimizin yaşaması için aldığımız nefes bile kalıcı
değil iken neyin sahibi olduğumuzu düşünüyoruz. Sorarım sizlere.
Neyse devam edelim yazıya dönelim…
Delikanlı kendi dünyasında
hayaller kurup mutlu bir yaşam düşler iken her şey güllük gülistan değil bu
hayatta.
Genç kız delikanlı için bir ifade
kullanır olmuş. Bu ifadenin sebebi ise delikanlı genç kızı görmek için koşarak
değil adata uçarak geldiği için ‘Beyaz Güvercin’ diye hitap edermiş.
Delikanlı ise genç kız için o
kadar çok ifade ve hitaplarda bulunuyormuş ki hangisi yazsa bir diğerini de
yazmak istiyormuş. Bütün güzel ifadeleri söyledikçe yenilerini yazmak söylemek
istiyormuş.
Genç kızın narin, hassas yapısı
için ve Onu kırmaktan üzmekten çekindiği için ve gitmesinden korktuğu için
‘Kelebek’ ifadesi genç kızın bir mesajında kendisi yazdığı için seçmiş.
Delikanlı genç kızın ‘Beyaz Güvercini’ genç kız ise delikanlının ‘Kelebeği’ olmuştur.
Hikâyeme artık genç kız yerine ‘Kelebek’ ve delikanlı yerine de ‘Beyaz Güvercin’ yazacağım.
………………………………………………………………………………………………..
‘Güvercin
ile Kelebek’ hikaye gibi okusanız da gerçek yaşananların ilk bölümünü ‘Masum Sevda’ yı okudunuz.
İkinci
bölümde buluşmak ümidiyle ….
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder