27 Ekim 2017 Cuma

Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır!


29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız Türk Milletine kutlu olsun.

18 Mart (Çanakkale Savaşı) – 19 Mayıs (Atatürk’ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı) – 23 Nisan (Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı) – 30 Ağustos (Zafer Bayramı) tarihleri, Türk Milletinin varlığının kanıtı olan önemli tarihlerdir.

Cumhuriyetimiz nasıl kuruldu ve neden bayram ilan edildi?

Bu soruların cevabını öğrenmek için tarihte yolculuğa çıkalım ve hep birlikte tekrardan öğrenelim.

Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kendi kaleminden anlattığı Nutuk’tan alıntılarla anlatacağım.

Samsun'a Çıktığım Gün Genel Durum ve Görünüş.

1919 yılı Mayısının 19'uncu günü Samsun'a çıktım. Genel durum ve görünüş :

Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu topluluk, Genel Savaşta (Birinci Dünya Savaşında) yenilmiş, Osmanlı ordusu her yanda zedelenmiş, koşulları ağır bir ateşkes anlaşması(mütarekename) imzalanmış. Büyük Savaşın uzun yılları boyunca, ulus, yorgun ve yoksul bir durumda. Ulusu ve ülkeyi Genel Savaşa sürükleyenler, kendi yaşamlarının kaygısına düşerek, yurttan kaçmışlar. 

Padişah ve Halife olan (Saltanat ve halifelik katında oturan) Vahdettin, soysuzlaşmış, kendini ve yalnız tahtını koruyabileceğini umduğu alçakça önlemler araştırmakta. Damat Ferit Paşa'nın başkanlığındaki hükümet, güçsüz, onursuz, korkak, yalnız padişahın isteklerine uymuş, onunla birlikte kendilerini koruyabilecek herhangi bir duruma boyun eğmiş.

Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta.
İtilâf devletleri, ateşkes anlaşması hükümlerine uymayı gerekli görmüyorlar. Birer uydurma nedenle, İtilâf donanmaları ve askerleri İstanbul'da. Adana ili Fransızlar; Urfa, Maraş, Antep İngilizlerce işgal edilmiş. 

Antalya ile Konya'da İtalyan birlikleri, Merzifon'la Samsun'da İngiliz askerleri bulunuyor. Her yanda yabancı devletlerin subay ve görevlileri ve özel adamları çalışmakta. Daha sonra, sözümüze başlangıç olarak aldığımız tarihten dört gün önce, 15 Mayıs 1919'da İtilâf Devletlerinin uygun bulmasıyla Yunan ordusu İzmir'e çıkarılıyor.

Bundan başka, yurdun dört bir bucağında Hıristiyan azınlıklar, gizli, açık, özel istek ve amaçlarının elde edilmesine, devletin bir an önce çökmesine çaba harcıyorlar.

Ya İstiklal, Ya Ölüm!

Temel ilke, Türk ulusunun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu, ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilir. Ne denli zengin ve gönenmiş olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak durumunda kalmaktan öteye gidemez.

Yabancı bir devletin koruyuculuğunu ve kollayıcılığını istemek insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü ve beceriksizliği açığa vurmaktan başka bir şey değildir. Gerçekten bu aşağılık duruma düşmemiş olanların, isteyerek başlarına yabancı bir efendi getirmeleri hiç düşünülemez.

Oysa, Türkün onuru, kendine güveni ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus, tutsak yaşamaktansa yok olsun, daha iyidir.

Öyleyse, ya bağımsızlık, ya ölüm!

İşte gerçek kurtuluşu isteyenlerin parolası bu olacaktır.

Halifeliğin durumuna gelince, bunun bilim ve tekniğin ışığa boğduğu gerçek uygarlık dünyasında gülünç sayılmaktan başka bir durumu kalmış mıydı?

Görülüyor ki, verdiğimiz kararın uygulanmasını sağlamak için ulusun daha alışmadığı sorunlara el atmak gerekiyordu. Kamunun söz konusu etmesinde büyük sakıncalar bulunacağı düşünülen noktaların söz konusu edilmesinde kesin zorunluluk vardı.

İç Ayaklanmalar

Baylar, 1919 yılı içinde, ulusal girişimlerimize karşı başlayan iç ayaklanmalar hızla ülkenin her yerine yayıldı.

Bandırma, Gönen, Susurluk, Mustafakemalpaşa (Eski adı: Kirmasti), Karacabey, Biga ve dolaylarında; İzmit, Adapazarı, Düzce, Hendek, Bolu, Gerede, Nallıhan, Beypazarı dolaylarında; Bozkır'da; Konya, llgın, Kadınhan, Karaman, Çivril, Seydişehir, Beyşehir, Koçhisar dolaylarında; Yozgat, Yenihan, Boğazlıyan, Zile, Erbaa, Çorum dolaylarında; Umraniye, Refahiye, Zara, Hafik dolaylarında; Viranşehir dolaylarında tutuşan kargaşa ateşleri bütün ülkeyi yakıyor; hainlik, bilgisizlik, düşmanlık ve bağnazlık dumanları bütün yurt göklerini yoğun karanlıklar içinde bırakıyordu. 

Ayaklanma dalgaları, Ankara'da karargâhımızın duvarlarına dek çarptı. Karargâhımızla kent arasındaki telefon ve telgraf tellerini kesmeye dek varan kudurgan saldırışlar karşısında kaldık. Batı Anadolu'nun, İzmir'den sonra, yeniden önemli bölgeleri de Yunan ordusunun saldırıları ile çiğnenmeye başlandı.

Amasya Genelgesi (21-22 Haziran 1919)

1- Yurdun bütünlüğü, ulusun bağımsızlığı tehlikededir.
2- İstanbul'daki hükümet (Hükümeti Merkeziye), üzerine aldığı sorumluluğun gereklerini yerine getirememektedir. Bu durum ulusumuzu yok olmuş gibi gösteriyor.
3- Ulusun bağımsızlığını yine ulusun kesin kararı ve direnişi kurtaracaktır.
4- Ulusun durumunu ve davranışını göz önünde tutmak ve haklarını dile getirip bütün dünyaya duyurmak için her türlü etkiden ve denetimden kurtulmuş ulusal bir kurulun varlığı çok gereklidir.
5- Anadolu'nun her yönden en güvenli yeri olan Sivas'ta ulusal bir kongrenin tez elden toplanması kararlaştırılmıştır.
6- Bunun için bütün illerin her sancağından, halkın güvenini kazanmış üç delegenin olabildiğince çabuk yetişmek üzere hemen yola çıkarılması gerekmektedir.
7- Her olasılığa karşı, bu iş, ulusal bir sır gibi tutulmalı ve delegeler gereken yerlere kimliklerini gizleyerek gelmelidirler.
8- Doğu illeri adına 10 Temmuzda (Rumi tarihe göre. Aslı: 23 Temmuz) Erzurum'da bir kurultay toplanacaktır. O güne değin öteki il delegeleri de Sivas'a ulaşabilirlerse Erzurum kongresinin üyeleri de Sivas'ta yapılacak genel toplantıya katılmak üzere yola çıkarlar. (belge: 26)

Erzurum Kongresi (23 Temmuz – 7 Ağustos 1919)

Baylar, Erzurum Kongresi 14 gün sürdü. Çalışmasının sonucu, düzenlediği tüzük ve bu tüzüğün içindekileri herkese duyuran bildiridir.

Bu tüzük ve bildiri, o zamanın ve çevrenin gerektirdiği ikinci derecede düşünceler çıkarılarak incelenecek olursa birtakım köklü ve geniş kapsamlı ilkeler ve kararları ortaya koyabiliriz.
İzin verirseniz bu ilkeleri ve kararları, benim daha o zaman nasıl anladığımı açıklayayım:

1- Ulusal sınırlar içinde bulunan vatan parçaları bir bütündür; birbirinden ayrılamaz (Bildiri, madde 6; Tüzük, madde 3'ün ayrıntıları; Tüzük ve Bildirinin 1'inci maddeleri okunup incelensin).
2- Ne türlü olursa olsun, yabancıların topraklarımıza girmesine ve işlerimize karışmasına karşı ve Osmanlı Hükümetinin dağılması durumunda ulus, birlikte direnecek ve savunacaktır (Tüzük, madde 2 ve 3;madde 3).
3- Yurdun ve bağımsızlığın korunmasına ve güvenliğinin sağlanmasına İstanbul Hükümetinin gücü yetmezse, amacı gerçekleştirmek için, geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu hükümet üyeleri ulusal kongrece seçileceklerdir. Kongre toplanmamışsa bu seçimi Heyeti Temsiliye (Temsilciler Kurulu) yapacaktır (Tüzük, madde 4; Bildiri, madde 4).
4- Kuvayi Milliye'yi (Ulusal Kuvvetler) etken ve ulusal iradeyi egemen kılmak temel ilkedir (madde 3).
5- Hıristiyan azınlıklara siyasal üstünlük ve toplumsal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez ( madde 4).
6- Yabancı devletlerin güdümü ve koruyuculuğu kabul olunamaz (madde 7).
7- Millet Meclisinin hemen toplanmasını ve hükümet işlerinin Meclis denetiminde yürütülmesini sağlamak için çalışılacaktır.

Bu ilke ve kararlar, türlü türlü yorumlanmışsa da, temel nitelikleri hiç değiştirilmeksizin uygulanabilmiştir.

Sivas Kongresi (4-11 Eylül 1919)

Sivas Kongresi 'nin gündemi, Erzurum Kongresi'nin tüzük ve bildirisi ve bir de bizden önce Sivas'a gelmiş olan yirmi beş kadar üyenin düzenlediği bir andırıdan (muhtıra) oluşacaktı.
Bununla birlikte, yapılan değişiklikler, sonradan bazı direnmelere, anlaşmazlıklara ve birçok yazışma ve tartışmalara yol açtığı için, bu değiştirilen noktaların önemlilerini bildireceğim.

1- Derneğin adı "Şarki Anadolu Müdafaai Hukuk Cemiyeti" idi, "Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti" oldu.

2- "Heyeti Temsiliye Doğu Anadolu'nun bütününü temsil eder." sözü yerine "Heyeti Temsiliye yurdun bütününü temsil eder." dendi. Üyeler arasına da daha altı kişi katıldı.

3- "Her türlü işgali ve işimize karışmayı Rumluk ve Ermenilik örgütleri oluşturma amacıyla yapılmış sayacağımızdan elbirliğiyle savunma ve direnme ilkesi kabul edilmiştir." yerine "Her türlü işgal ve işimize karışmanın ve özellikle Rumluk ve Ermenilik örgütleri oluşturma amacını güden davranışların durdurulması için elbirliğiyle savunma ve uğraşma ilkesi kabul edilmiştir." denildi.

Bu iki cümledeki ayrılık, anlam bakımından elbette pek büyüktür. Birincisinde İtilâf Devletlerine karşı düşmanca bir durum alınacağı ve direnileceği söylenmiyor. İkincisinde bu yön açıkça belirmiş oluyor.

4- Tüzüğün, dördüncü maddesini oluşturan sorun, oldukça tartışmalara yol açtı. Madde şu idi:

"Osmanlı Hükümeti'nin yabancı devletler baskısı karşısında buraları (yani doğu illerini) bırakmak ve buralarla ilgilenmemek zorunda kaldığı anlaşılırsa yönetim, siyasa, askerlik bakımlarından nasıl davranılacağının belirtilmesi ve saptanması" yani geçici yönetim kurma işi.


Türkiye Büyük Millet Meclisi (23 Nisan 1920)

Tanrı'nın yardımıyla Nisanın yirmi üçüncü cuma günü, cuma namazından sonra Ankara'da Büyük Millet Meclisi açılacaktır.

Halifeliğin Kaldırılması

1 Kasım 1922 günlü yasa gereğince, halifelik ile padişahlık birbirinden ayrıldı. İki buçuk yılı aşan bir zamandan beri eylemli olarak erkini yürüten ulusal egemenlik berkitildi. 

Hain Vahdettin Bir İngiliz Gemisiyle İstanbul'dan Kaçıyor.

17 Kasım 1922

Bir sayısını ilişik olarak sunduğum resmi bildiride yazıldığı gibi, Padişah Hazretleri İngiltere'nin koruyuculuğuna sığınarak bir İngiliz savaş gemisiyle İstanbul'dan ayrılmıştır....

Harington

Mektuba Ekli Bildirinin Örneği

Resmi olarak bildirilir ki, Padişah Hazretleri bugünkü durum karşısında özgürlüğünü ve canını tehlikede gördüğünden, bütün Müslümanların halifesi kimliği ile hem İngiliz koruyuculuğunu, hem de İstanbul'dan başka bir yere götürülmesini istemiştir. Padişah Hazretlerinin isteği bu sabah yerine getirilmiştir. 

Türkiye'deki İngiliz Kuvvetlerinin Başkomutanı General Sör Çarls Harington, (Sir Charles Harington) Padişah Hazretlerini almaya giderek, bir İngiliz savaş gemisine dek kendisine eşlik etmiştir. Padişah Hazretlerini gemide Akdeniz Filosu Genel Komutanı Amiral Sör Dö Bruk (Sir De Brock) karşılamıştır. İngiltere Olağanüstü Komiser Vekili Sör Nevil Henderson, (Sir Nevile Henderson) Padişah Hazretlerini gemide görmeye gitmiş ve Kral Beşinci Corc'a bildirilmek üzere isteklerini sormuştur.

Türkiye Devletinin Başkenti: ANKARA

Lozan Antlaşmasının eklerinden olan boşaltma protokolu uygulandıktan sonra,tümüyle düşman elinden kurtulan Türkiye'nin bütünlüğü eylemli olarak gerçekleşmişti. Artık yeni Türkiye Devletinin başkentini yasa ile saptamak gerekiyordu. Bütün düşünceler, yeni Türkiye'nin başkentinin Anadolu'da ve Ankara kenti olması gerektiğinde toplanıyordu.

Başkent seçiminde daha önceden verilmiş kararımızı resmi olarak ve yasa ile saptayarak böylece "payıtaht" teriminin de yeni Türkiye Devletinde anlamı ve yeri kalmadığı belirtilmiş olacaktı. Dışişleri Bakanı İsmet Paşa, 9 Ekim 1923 günlü bir maddelik yasa tasarısını Meclise önerdi. Altında daha on dört kadar kişinin imzası olan bu yasa önerisi, 13 Ekim 1923 günü uzun görüşme ve tartışmalardan sonra, büyük bir çoğunlukla kabul edildi. Yasa maddesi şudur: Türkiye Devletinin başkenti Ankara kentidir.

Cumhuriyetin Kurulacağını Nerede, Kimlere Söyledim?

Yemek yenirken; "Yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz!" dedim. (28 Ekim 1923)     

Orada bulunan arkadaşlar, hemen düşünceme katıldılar. Yemeği bıraktık. Hemen o dakikada nasıl davranılacağı üzerinde kısa bir program saptadım ve arkadaşları görevlendirdim.

29 Ekim 1923 saat 20:30 da Cumhuriyet ilan edildi.

Ne Olursa Olsun Hükümetimizin Biçimi Cumhuriyet Olacaktır!

"Hükümet biçimlerini saymak gereksizdir. Egemenlik sınırsız ve koşulsuz ulusundur." dedikten sonra, "Kime sorarsanız sorunuz, bu, cumhuriyettir. Doğan çocuğun adıdır. Ama, bu ad kimilerine hoş gelmezmiş, varsın gelmesin!"

Türk Gençliğine Bıraktığımız Kutsal Armağan.

Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen ulusal yıkımların yarattığı uyanıklığın ve bu sevgili yurdun her köşesini sulayan kanların karşılığıdır.

Bu sonucu, Türk gençliğine kutsal bir armağan olarak bırakıyorum.

Ey Türk Gençliği!

Birinci ödevin; Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini, sonsuzluğa değin korumak ve savunmaktır.

Varlığının ve geleceğinin biricik temeli budur. Bu temel, senin en değerli hazinendir. Gelecekte de, seni bu kaynaktan yoksun etmek isteyen iç ve dış kötücüller bulunacaktır. Bir gün, bağımsızlığını ve cumhuriyetini savunmak zorunda kalırsan, ödeve atılmak için, içinde bulunacağın durumun olanaklarını ve koşullarını düşünmeyeceksin! Bu olanak ve koşullar çok elverişsiz bir nitelikte belirebilir. Bağımsızlığına ve cumhuriyetine kıymak isteyecek düşmanlar, bütün dünyada benzeri görülmedik bir utku kazanmış olabilirler.

Zorla ve aldatıcı düzenlerle sevgili yurdunun bütün kaleleri alınmış, bütün gemilikleri ele geçirilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve yurdun her köşesi fiilen işgal edilmiş olabilir. Bütün bu koşullardan daha acı ve daha korkunç olmak üzere, yurdunda, iş başında bulunanlar, aymazlık ve sapkınlık, üstelik, hainlik içinde olabilirler. Dahası iş başında bulunan bu kişiler, kendi çıkarlarını, yurduna girmiş olan düşmanların siyasal erekleriyle birleştirebilirler. Ulus, yoksulluk ve sıkıntı içinde ezgin ve bitkin düşmüş olabilir.

Ey Türk geleceğinin çocuğu! İşte, bu ortam ve koşullar içinde bile ödevin, Türk bağımsızlığını ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Bunun için gereken güç, damarlarındaki soylu kanda vardır!

Ne Mutlu Türküm Diyene!

Sağlık, sıhhat dolu ve başarılı bir hayat yaşamınız dileğiyle sevgi ve saygılarımla hoşçakalın…


20 Ekim 2017 Cuma

5S Kavramı

Merhabalar…

Sevgili okuyucular yeni bir yazımla ve heyecanla sizlere bilgi aktarmak için kelimelerin gücünü kullanma vakti…

5 S kavramları nedir? Öncelikle tanım olarak açıklamaya başlayalım.

Saygı; iletişim kurulan varlık veya oluşumun hak, değer, inanç ve her türlü özelliğini göz önünde tutmak ve bunlara ön yargısız yaklaşmaktır.

Sevgi; insanı bir kişiye ve bir şeye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu olarak tanımlanır.

Sorumluluk; bir kimsenin üstüne aldığı, yapmak zorunda bulunduğu ya da yaptığı bir iş için gerektiğinde hesap verme durumudur.

Sadakat; doğruluk ve dürüstlük üzerine kurulmuş samimi ve sağlam dostluk, içten bağlılık ve gerçek samimiyet ile kalp doğruluğudur.

Sabır; olacak ya da gelecek bir durum karşısında telaş göstermeden ve öfke doğuracak bir şey karşısında bile öfkelenmeme durumudur.

Aslında bu kavramlar, insan hayatının bireysel ve toplumsal olarak yaşam değerlerinin merkezinde yer alıyor.

Saygı kavramını sevgi kavramından önce açıklamak istedim. Çünkü insanlar birbirini sevmeyebilir ancak saygı duymak iletişim açısından gereklidir.

İşyerinde, okulda, mahallenizde ve hatta sürekli gittiğiniz yerlerde görmeyi bile istemediğiniz kişi veya kişiler olabilir.

Bir insan diğer insanların yaşamsal hakkına müdahale etmeden, zarar vermeden, eğitimli olsun veya olmasın, dış görünüş olarak güven versin veya vermesin, genç, yaşlı, kadın, erkek, etnik düşüncelere sahip olsun veya olmasın, hiçbir şekilde bir başkasını rencide etmemek şartıyla kendi özgürlüğünü yaşayabilir.

Saygı birbirimizle olan insani iletişimi sağlayan bir kişisel ve toplumsal yaşam hakkıdır.

Saygı konusunda bireysel ve toplumsal olarak kendimizi sorgulamalıyız. Çünkü; yaşanan olayların sonucunda saygının eksikliği çok net belli oluyor.

Sadece insanlara değil tüm canlılara saygı gösterilmelidir.

‘’Saygı görmek istiyorsanız önce siz saygı göstermelisiniz’’ sözünü çok severim.

Sevgi kavramının duygusal olarak gücü çok yüksektir. Gözlerinizde, yüzünüzün bakış halinde kendini ifade edebilir.

Sevginizi anlatmak için konuşmanıza gerek var mıdır? Yeri ve zamanına göre hayır.

Hastalık ve rahatsızlıkların büyük bir kısmının sevgisizlikten olduğunu biliyor muydunuz? Fiziksel rahatsızlıklar %30 luk bir pay olarak değerlendirilmiştir. %70 lik pay olarak ruhsal, zihinsel olarak hesaplanmıştır.

Zaman en iyi ilaç sözünü duymuşsunuzdur. Aslında doğrusu; ‘’sevgi en iyi ilaçtır’’ olacak.

Doğada ki tüm canlı varlıklara, ailenize, arkadaşlarınıza, komşularınıza, akrabalarınıza ve hatta sizi 
sevmeyenlere bile sevgiyle yaklaşırsanız sonuçların bir damla halkası gibi yayıldığını zamanla görecekseniz.

Sevgi kavramına somut bir örnek vermek istiyorum.

Çeşitli uğraşlar sonucu size sunulan tabağın içinde özenle hazırlanmış bir yemek sevgiyi temsil ettiğini düşünelim. Yemeğin size sunulduğu tabak ise saygıyı temsil etsin. Yemek için tabağa ihtiyacınız olduğu gibi boş tabağında bir anlamı olmaz.

Sevgiyle yapılan bir iş ile sıradan yapılan iş arasında kesinlikle gözle görülür farklar olacaktır.

Tüm canlılara, doğa anaya ve dünyamızı kapsayan uzaya zarar vermeyen hangi işi yaparsanız yapın, sevgi dolu ve saygı çerçevesinde yaparsanız işte o zaman gerçekten işiniz hem sizi yormaz hem de kendinizden emin bir şekilde mutlu olursunuz.

Sorumluluk, insanoğlunun her alanda hissetmesi gereken bilinçli davranış duygusudur.

Çocuklara kendi yapabilecekleri konuda güvenin ve onlara sorumluluğu öğretin.

Sorumluluk sahibi bir kişi, yaptığı ve yapacağı işin sonuçlarını tahmin edebilme hissiyatı güçlüdür. 
Her yönden değerlendirir ve olası durumları önceden görmeye çalışır.

İnsanoğlu sorumluluk alanlarını biraz anlatmak istersem; evde ailemize karşı, işyerinde çalışma arkadaşlarımıza karşı, trafikte toplumsal olarak birbirimize karşı, bir yerde beklerken diğer bekleyen kişilere karşı ve eğitim alanında diğer öğrencilere ve tabi ki öğretmenlere karşı bir görev olduğunu bildirmekte benim görevim olduğunu bilmenizi isterim.

Sadakat sahibi olan kişi sadakatli olur ve karşılıklı güven duygusu içinde iletişime devam eder.

İnsan ilişkileri durumunda bu hissiyat maalesef pek nadir yaşanan bir duygudur.

İnsanların tanışma ve birbirini tanıma evrelerinde sanki bir role bürünüyorlar ve başka bir kişi gibi davranıyorlar.

Yalan söyleme, yerine getiremeyeceği vaadlerde bulunmak, elde edene kadar her şeyi abartma ve kabul etme durumları o kadar yaşanıyor ki, yapmacık ve sahte insanlara güveniyorlar. İyi niyetli ve sadakatli insanların kıymeti bilinmiyor.

Samimiyet güzel ancak laubali olmadan, doğruluk ve dürüstlük kavramı daha farklı algılanıp kullanılabilir bir insan gibi düşünülmemelidir. Kalp doğruluğu ise genellikle üzülen ve kırılan bir insan duygusu olarak yaşanıyor.

Sabır konusunda ise, insanların aceleci olduğunu gördüğüm için maalesef sabırsız bir yapıya sahibiz.

Heyecanlı olmak, öfkeli davranmak ve aceleci tavırlar sergileyen bir insan kendini kontrol etmekte yeterli olmadığını bilmelidir. Korku, endişe, kaygı hisseden bir insan kendini kontrol edemezse sonuçları istediği olmaz.

Sabır konusunda kendinizi geliştirmek isterseniz dervişlerin yaşamlarını okumanızı tavsiye ederim.

Trafikte gideceğimiz yere hemen gitmek istiyoruz. Okulda dersleri öğrenmek yerine ezberlemeyi tercih ediyoruz. Çünkü öğrenmek zaman kaybı olarak düşünülüyor.

Yemek yapmak yerine hazır yemekler yemeyi tercih ediyoruz. Bu konuda söylemek istediğim, zamanı var iken yemek yapmayanlara sözüm var. Ayrıca hazır yemeklerin genellikle sağlıklı olmadığını artık biliyoruz.

Sabırsız bir insan aynı zamanda da tembelliğe doğru yönelen bir insan olma adımını atıyor. Ancak farkında değiller.

Zamanı değerlendirmek adına teknolojiyi faydalı olarak kullanmak konusuyla tembellik yapmak birbirinden ayrı düşünülmelidir.

Son olarak sabır konusuyla ilgili güzel bir söz yazmak istiyorum. ‘’Sabır etmek en büyük erdemliktir.’’  

Yazdıklarımı aslında biliyorsunuz ben sadece hatırlatmak istedim ve unutmamanızı sağlamak istiyorum.

Sağlık, sıhhat dolu ve başarılı bir hayat yaşamınız dileğiyle sevgi ve saygılarımla hoşçakalın…




Not: Yazılarımı okuyan siz okuyucularımdan bir ricam olacak. Takip et butonuyla takip ederseniz ve yorum yazarsanız memnun olurum. Ayrıca okumakla kalmayıp paylaşmanızı da rica ederim.


10 Ekim 2017 Salı

Toprak Ateş Su Hava


Merhabalar Sevgili okuyucular.

Bugün sizlere toprak, ateş, su, hava hakkında bilinen ve bilinmeyen yönlerini anlatmaya çalışacağım.

Su; dünya üzerinde ki mucizevi bir maddedir. Kimyasal formülü H2O (2 hidrojen + 1 oksijen atomu) olarak yazılır.

Su; renksiz, kokusuz ve tatsızdır. Dünya yüzeyinin % 71’i su olup geri kalanı ise karalardan oluşur.

Su; 0 ile 100 derece arasında sıvı haldedir. 0’ın altında buz halinde yani donmuş haldedir. 100 derece üzerinde ise gaz halinde bulunur.

Her deniz suyunun tuz oranı aynı değildir. Okyanusların tuzluluk oranı ortalama % 3.5
İçeriğinde bulunan mineral tuzlar, çeşitli elementler, amino asitler barındıran deniz suyu en doğal tedavi yöntemlerinden biridir.

Egzama, sedef, rosacea gibi deri hastalıklarında ve cilt bozukluklarında faydalıdır. Ayrıca alerjilerin yol açtığı lekelerden, tahrişlerden, isilikten yaralardan kurtulmanıza yardımcı olur.

Saç derisindeki ölü hücrelerin yok edilmesinde etkilidir ve kepek sorunu yaşayanlar için faydalıdır. Ayrıca saçlarda ki yağ dengesinin ayarlanmasında olumlu etkileri vardır.

Denizde yüzmek kanda ki oksijen miktarının artmasına ve bağışıklık sisteminin güçlenmesiyle beraber enfeksiyon ve parazitlere karşı dirençli hale gelirsiniz.

Deniz suyunun ph değeri 7.5 ile 8.4 arasındadır.

Temiz ve arındırılmış denizde vakit geçirmek rahatlatıcı bir etki oluşturur ve mutluluk, huzur verir. Tatilde kendinizi iyi hissetmeniz bu nedenledir.

Yağmur suyu; suyun en saf hali olma özelliğini taşımaktadır. Ancak içme suyu olarak insan vücuduna etkisi değişmektedir.

Yağmur suyu içinde barındırdığı vitamin ve mineraller bakımından toprak ve bitkiler için, doğada ki canlıların yaşam kaynağıdır.

Doğada ki canlıların saf su değil, mineralli ve vitaminli suyu içmesi gerekir.

Suyun ph değeri 1’den 14 kadar ölçülür. Ph 7 değerinde olduğunda su nötrdür. Yani hidrojen ve hidroksil iyon düzeyi eşittir.

Eğer ph 7 derecenin üzerinde çıkarsa bazik, ph 7’den düşük olursa asidik (asitli) özellik taşımaya başlar. Hidrojen iyonları arttığında ph değeri yükselir ve su alkali hale gelir.

İnsanoğlu için; içme suyunun 7.5 üstü civarı vücuttaki ph dengelenmesi için önemlidir.

Hava; tüm canlıların yaşaması için hayati öneme sahiptir.

Atmosfer (dünya yı saran gaz kütle) hava tabakasının kalınlığı 150 km ve bunun sadece 5 km alanında canlıların yaşamasına elverişlidir.

Hava; içinde ki değişik gazlar (oksijen, azot, karbondiosit vs), su buharı ve partiküller (toz, polen, tüy vs) ile atmosferi dolduran renksiz ve kokusuz gazdır.

Her nefes alışımızda akciğerlerimize 0.5 litre temiz hava doldururuz. Günlük ortalama olarak 12.000 litre hava tüketiriz. 1 litre hava 1.29 gram olduğundan 15 kilogramdan fazla hava kullanmış oluyoruz.

Toprak; kayaların ve organik maddelerden meydana gelen, içinde geniş canlılar topluluğu barındıran, bitkilere durak ve besin kaynağı olan doğal dinamik bir yapıdır.

Dünyamızda ki toprağın ancak 1/10 üretim yapılabilmektedir.

Türkiye’de ki arazinin yaklaşık %36 işlenmekte, %28 çayır ve mera, %30 fundalık olup geriye kalan bölümü arazi için kullanılmaktadır. Ekilebilir arazinin ancak %11 sulanabilmektedir.

Ateş ise; yakıcı bir yapısı vardır ve kontrol edilemezse felakete sebep olur.

Ancak ben size toprağın ve ateşin insanoğlu yaratılışında birbirleriyle konuşmalarını yazmak istiyorum. (Kaynak kitaptan olduğu gibi yazıyorum)

Ateş ‘’ Ey toprak, benim parlak yaratılışım ve ışıklı görünüşüm vardır. Geceleri âlemleri gündüz gibi ederim. Bir mumun ucunda karanlığı gideririm. Kılıcımı çekersem kuru ot askerlerini yakar kül ederim. Hakkın tecellisine lâyıkım ve doğru yolun önderiyim.’’

Toprak ‘’ Ey ateş, senin işin gücün daima kendini övüp göklere çıkarmaktır. Benim ise büyüklük tâcını hâkirlik toprağına bırakmaktır. Alçak gönüllü olmaktır. Ne kadar delilin ve yüksek alâmetin var ise durma söyle.’’

Ateş ‘’ Ey toprak, sabah ve akşam kadınların mücevheri benim. Allah’ın varlığının şahidi benim. İntikam yeriyim. Nice yıllar sıkıntı ocağında yandım ve yakıldım.’’

Toprak ‘’ Ey ateş, çok böbürlendim ve büyüklük tasladın. Kendi başınla oynarsın. Büyüklüğün alçak gönüllülükte olduğunu bilmezsin. Halkın yükünü çekerim. Gök definesinin hazineleri bendedir. İnsanların ibadet için yöneldiği Kâbe bendedir. Gölleri ve denizleri tutarım.’’

Ateş ‘’ Ben kendimi yükselttikçe sen kendini alçaltıyorsun. Lakin bir sen söyle bir ben söyleyeyim. Ey toprak, ben nur gibi parlıyorum, senin neyin var? ‘’

Toprak ‘’ benim gönül geçen, ciğer yakan yüzüm vardır.’’

Ateş  ‘’ Ben yanınca yükseklere çıkarım.’’

Toprak ‘’ Ben sırtımda yük çekerim.’’

Ateş ‘’ Ben geceyi gündüz gibi ederim.’’

Toprak ’’ Ben basit bir yeri güzel çiçeklerle süslerim.’’

Ateş ’’ Ben cevherin mihengiyim. (halisini bozuğundan ayırırım)’’

Toprak ’’ Ben de defineler ve hazineler sarayıyım.’’

Ateş ’’ Sert taşlardan cevheri kolaylıkla çıkarırım.’’

Toprak ’’ Ben ayıpları ve kusurları örterim. Kara zeminden çeşit çeşit renklerde ve türlü türlü kokularda çiçekler çıkarırım.’’ Ve sözlerine devam etti.

‘’Allah’ın halifesi Adem’in (a.s) maddesiyim. Allah’ın sevgili kulu Muhammed Mustafa’nın (s.a.v) kabrinin maddesiyim. Münâcaat edenlerin mihrabıyım. İnsan ehlinin secdegâhıyım. Faziletlerim çok, üstün niteliklerim sayısızdır. Lakin beni mecbur etmeseydin ve Allah’ın emri olmasaydı bunları da söylemezdim. Çünkü bana yakışan alçak gönüllü olmaktır ve susmaktır.’’

Bugün ki yazımı okurken sizlere bilgi açısından faydalı ve pek bilinmeyen bilgiler verdiğimi düşünüyorum. Bir sonra ki yazımda buluşmak ümidiyle.

Sağlık, sıhhat dolu ve başarılı bir hayat yaşamınız dileğiyle sevgi ve saygılarımla hoşçakalın…



5 Ekim 2017 Perşembe

Öğrenmek ve Öğretmek

Merhabalar.

Sevgili blog yazarları yeni bir heyecanla sizlerle buluşuyorum.

Bu konuyu neden yazmak istediğimi açıklamak gerekirse, insanların biraz daha bilinçli olmasını istediğim için yazıyorum.

Öncelikle tanımları yapmak istiyorum ve devamında kendimce anlatım yapacağım.

Öğrenme; yaşam boyunca bireyin tekrarlama sonucunda davranışlarında kalıcı veya kalıcı olmasını istediği değişikliğe denir.

Tüm canlıların yaşamını devam edebilmesi için önce temel ihtiyaçlarını karşılamayı öğrenmesi gerekir.

Bitki ve hayvanların öğrenmesi içgüdü olarak öğrenilmiş bir halde yaşama başlıyorlar.

Sincap, kunduz, kuşlar ve böcekler v.b canlılar yaşamlarını başlangıcı içgüdü olarak programlanmış bir halde dünya ya gelirler. Koruma ve korunmak ilk adım oluyor sonra ise annenin yemek bulması geliyor. Yemek bulmak konusunu da o kadar kolay olmuyor.

Bitki konusunu unuttuğumu sanmayın! Bitkiler toprak, su ve güneş ihtiyacını nasıl biliyor sizce?

Bitkilerin yapısı çözülmesi gereken canlılar arasında her zaman dikkatimi çekiyor.

Gül, papatya, lale ve karanfil gibi çiçekler hem kokusu hem de görünüşü çok hoşuma gidiyor.

Bitki ve hayvanlar insanlara göre daha sistamik ve daha düzenli bir yaşam döngüsünde bulunuyorlar.

Refleks; dışarıdan gelen ısı, ışık ve ses gibi uyarılara vücudun ani tepki göstermesine denir.

Refleks, insanlar için otomatik olarak öğrenmenin en güzel davranış hali diyebilirim.

İnsanlar günümüzde okumayı zaman kaybı olarak görüyorlar, araştırmayı ve çaba harcamayı pek istememektedir.

Bunun sebebi bence; neredeyse her şeyi teknoloji hızıyla öğrenmeyi istiyorlar. Ancak hızlı öğrenip hızlı unutuyorlar. Yaptıkları sadece geçici olarak ezberleme oluyor.

Öğrenmenin kaynağı, eğitim-öğretim, kendi yaşadıklarımızdan ve başkalarının geçmiş deneyimlerine dayanır.

Eğitimci olarak deneyimlerim her geçen gün daha da artıyor. Bu işin en güzel tarafı yeni insanlar tanımak ve her tipte insanları görme şansım olması.

Ve tabi ki eğitimci kendisini her zaman geliştirmeli ve geliştirmeye devam etmeli ki en iyi şekilde öğretebilsin.

Öğrenmek ile ilgili bir söz paylaşmak istiyorum sizlerle.
‘’Bilmediğini bilmek en iyisidir. Bilmeyip de bildiğini sanmak tehlikeli bir hastalıktır’’ (Lao – Tzu)

Öğretmek; bir kişiye veya toplu olarak kişilere bilmediği, bilmek istediği konu veya konularda bilgi ve beceri sahibi olmasını sağlamak denir.

Eğitimci ve öğretmenlere bu konuda yazabileceğim birkaç önerim olacak nacizane.

Diploma almak değil bahsetmek istediğim. Diplomayı aldıktan sonra, o bilgiye yakışır şekilde görevini severek yapıyorsa ve işinde öncelik olarak maddiyat düşünmüyor ise o kişi iyi bir eğitimci, öğretmen olur ve herkesin sevdiği bir insan olur.

Ayrıca öğretim yaparken, kişinin anlayış kapasitesini de ölçerek yaparsa, hem kendisini daha iyi hissedecek hem de öğrettiği kişi daha rahat bir şekilde öğrenecektir.

Son olarak eğitimci ve öğretmenlere yazmak istediğim, bilgi olarak donanımlı olmak önemli tabi ki ancak bu donanımı doğru şekilde kullanmak (saygılı ve sevgi içinde öğretmek) daha da önemli.

Öğretmek bilgisiyle ilgili bir söz paylaşmak istiyorum sizlerle.

‘’Ne kadar bilirsen bil, karşındakinin anladığı kadarsın’’ (Mevlâna)

Bugünlük yazımın sonuna geldim ve bir sonra ki yazımda buluşmak ümidiyle (en kısa zamanda)

Sağlık, sıhhat dolu ve başarılı bir hayat yaşamınız dileğiyle sevgi ve saygılarımla hoşçakalın…



Ölmeden Önce Ölmek!

  Merhabalar. Uzun bir zaman oldu yazmayalı ve yayınlamayalı… 2020 yılı itibariyle yaşamımızda yeni durumlar oldu ve yaşandı. Kimi az et...